Zamana Not..

Seninle hiçbir zaman hafta sonu gezisine çıkacak planlar yapmaya vaktimiz olmadı. Konuşa konuşa bir kentin başından sonuna kadar yürüyemedik. Başka bir kitapçıya doyamadan herhangi başka bir kitapçının tozlu raflarında birbirimize bakacak tensel sıcaklığımız kadar yakın duramadık. Çünkü bir araya geldiğimiz anlarda hemen kaybolacakmışız telaşıyla her şeyi her an yaşamak isterdik. Belki de bundan ötürü unutulmaz onca anı, aşılmış onca koca hikaye bıraktık arkamızda. Yenileri yükleniyor..

Yasal olmayan saatlerde sevişirdik. Okunacak onca şiir varken, kısıtlı zamanlarda hangi şairi bile okuyacağımızı seçemezdik. Hep sessizdik, birçok şeye sessizce karar verip, yine aynı sessizlikle makûs talihimizin sonuna koşan sessizlikler denizinin ortasında, kendi dehlizlerimize çekildik şimdilerde. Elbette ki bizim de hikâyemizin bir başlangıcı vardı.

Genellikle, sevemediğimiz gündüz vakitlerine inat gecelerin bize kaldığı vakitte tanışmıştık. Galiba aylardan temmuzdu.. Tıpkı tanışmamız gibi mevsim yaza denk gelmişti, ışıkları söndürür kimseyi umursamadığımız o akşamlarda perdeyi sonuna kadar açardık. Küçük bir odanın ortasına yahut odanın içine süzülen ay ışığı altında geceyi yaşardık. Sanki asla bir araya gelmesi mümkün olmayan asi ruhlar gibiydik; birbirimizin nerede başlayıp nerede bittiğini keşfe çıkan dünyada ki son iki kişi gibiydik. Kuşkularımıza dokunuyor, acılarımızı kanatıyor ve insan tabiatına en aykırı şekilde en uç sınırlarımıza gidiyorduk. İkimiz içinde son derece ürpertici olan ve aidiyetlerimizle beslediğimiz yüksek duvarları aşmak hiç kolay olmuyordu. Ancak birbirimizi tanımanın heyecanı avuçlarımızı terletiyor, bedenimizin en kuytu noktalarında alevler çıkartıyor, hiç bilinmeyen bu yangına gözü kapalı koşuyorduk. Bir vakit çok kıymetli bir yazarın bir kitabında şu pasajın altını çizmişti beni anlatırken; “İnsan kılığına bürünmüş bir trompetti ya da; öteki çalgıları geride bırakarak alır başını gider ve bu gidişler beni ona her gün biraz, her gün biraz daha yakınlaştırırdı. Hatta bir gün anımsıyorum, o ilginç mantık yürütme biçimiyle yalnızca beni değil, başkalarını da şaşırtmıştı..”

Şimdi düşününce ben ona hep gidişlerimin sesini bırakmışım, o hep benim gidişlerime kulak kabartmış ve hep o gidişlerimin ardından beni kocaman siyah gözleriyle daha çok sevmiş.Şimdi tek bildiğim şey insan hayatında birkaç saniyeye bile söz geçiremiyor. Başka bir deyişle, yaşam dediğimiz o kocaman ve karmaşık denen serüvende, ondan öncesi ve ondan sonrası şeklinde bölünmenin yaşanması sadece birkaç saniyede olabiliyor. Bir zamanlar en çok elimi tutup gözlerimin içine baktığında ve yüzüne takındığı ince tebessümü olurdu hafızamda. Şimdi ise onu sadece uzaktan bile olsa birkaç saniye görebilmenin sükût-u hayali var. Zamansız denk gelişlerimizde silinmesi kendinden menkul kelimelerimiz bir de..Beşeri insan işte sükût-u hayaller kurmak ise bedava hem de ekmekten ucuz. Ne kadar çaba gösterirse göstersin ve olmaz dediği ayrılığın tercihinde kalıyordu kusurlarla dolu insan. Hele ki o çok hazırım dediğin anda ki güçlü gözüken maskenin altında ki güçsüzlük yok mu, acının sızlanışlarını durduramayacağı bir nokta bırakıyor. Sırf bu acın belli olmasın diye gerekli gereksiz bir sürü şey konuşuluyor. Örtmeye çalıştığımız acı kelimelerimizin basitliğinde kayboluyor. Geçmiş ve gelecek arasındaki tartışmadan galibi olmayan ego savaşlarımızın cesetlerini topluyor. Sırf bu nokta yüzünden ne yaptığını bilmeyen kayıp aşklar mezarlarıyla dolu dünya.

O, herkesin aynılaştığı, herkesin aynı kıyafetlerle okullara gittiği, aynı siyasi partilerde plesenk olmuş siyasi söylemleri kullandığı ortamlardan nefret eder ve daha nicelerinden. Ruhunu daraltan her şeyden tiksinen koca siyah gözlü sinirli başka zaman asisiydi, şimdilerde sadece benim bildiğim çok konuşan suskunlardan olmuştu. Hep dediği gibi insanı en çok en sevdikleri eksiltir demişti. Haklı çıktı, her zaman her olayda haklı çıktığı gibi.Özlemiştim deli kadını, koca gözlerinin altında kıvrılan kirpiklerini, bakışlarının masumiyetini, teninin fısıltısını, en çokta duvar diplerine çömelip kendi sessizliğine gömülüşünü özlemiştim. Kalabalık yalnızlıklar içerisinde, yoğun telaşları arasında bana bir köşe açmasını özledim galiba bilmiyorum.

Yakın zamanda bardan bozma bir yerden çıkmıştık eve doğru yürüyorduk onunla. Hava serin ve hafif soğuktu..Ben alkol almıştım o ise hep olduğu gibi sınır koymadan içmişti. Çünkü sevmezdi sınırları, kuralları.. Başını omzuma koymuştu. Elleri ellerime değmişti. Kokusu hiç değişmemiş. Garip bir sürü şey. Adını mı merak ettiniz..

Siz kızın adına “mavi” diyin. İsmini merak etmeyin. Mavi bugünlerde yeniden doğdu. Eskiden aramızda kilometreler var diye üzülürdük. Şimdi hayatın bambaşka planlar çizmesinden ötürü bizsiz oluşumuza yüzsüzce hayıflanıyorum. Belki de bir yerlerde beraber hayıflanıyoruz. Bilmiyorum.. Ama üzüntüyle değil çok değişik duygularla. Bir sürü garip duygu.

Ancak “İyi ki varsın” bir erkeğin yüzyılda bir kez denk gelebileceği güzel kadın.. “İyi ki varsın” bir kadın tarafından sonsuz ve karşılıksız sevilmek onurunu bana yaşattığın için. Şimdilerin suskun mavi kız.. Hayat seni hiçbir zaman sevmediğin hastanelere sokmasın, serumlardan uzak tutsun, migren ağrıların tuttuğundan kendi canını çok yakma, beslenmene dikkat et. Kış geldi çabuk üşürsün sen kalın giyin. Kış vakti duvar diplerine oturma üşütürsün.

İyi ki varsın iyi ki..

The following two tabs change content below.
#PerAsperaAdAstra |Lisans Ekonomi- Sosyoloji Tezli Y.L 😎 | Müptezel okuyucu |Bilime meraklı |#NeoBeat 'le başka bir dünya mümkün 🌳🍻 |Zaman İşçisi|

Email adresiniz paylaşılmayacak