Acı ormanlarında yürümek acıtıyordu yüz hatlarını. Hatalarının her defasında yüzüne vurulması gibi bir histi. Biraz daha acısız olanı. Geçmişin karanlığını aydınlatan gelecek yangını. Ve arada kalan bir gün.
Bugün.
Düne dair ne varsa silinmeliydi ona göre.
Geleceğe dair ne varsa planladığı, iptal etmeliydi kendince.
Çünkü bugün ölmeliydi kendi içinde.
Yaşattığı ne varsa bir son olması gerekliydi.
Sonu gelmişti.
Sona çoktan gelinmişti.
Hayatın önüne serdiği yolda çıplak ayakları ile koşarken acımıştı biraz canı.
Koştuğu vakit yüzünü teğet geçen rüzgarla gizlemişti ağlamalarını.
Önüne bakarken ardında bırakmıştı gözyaşlarını.
Geri dönmesi gerektiğini bilmeden aceleyle hem de.
Nefes alamadığını hissedince “durmam gerekli” diye düşünmüştü.
Ve durdu.
Koşarken bakamadığı, kaçırdığı şeyleri düşündü.
İşte o an geriye dönüp yürümeliyim dedi.
Hiçbir şey olmamışçasına.
Ruhu yorgun, telaşlı ve yalnızdı. Karanlıkta kaybolmuştu. Ölmem lazım demişti. Yeniden ölmeliyim diye yineledi. Yenilenmedi. Olduğu gibi de kalmadı. Yerinde saydı. Sonsuz yaşamın içinde, evrende parçalandı. Ne dün ne gelecek vardı.
Her şey sadece bir an’dı. Ya da belki bir anıydı.
Muallakta kalmış bir yanı hep vardı.
İşte bu bir yangındı. Felaketi andıran. Ve evreni aydınlatan.
Bir ruh, yanarken bulabilir miydi bir başka ruhu ?
Başka nasıl denk düşerdi ki ?
Ne şekilde bulunurdu ?
Diye düşünmeyi de ihmal etmemişti tabi.
Yanmadan nasıl doğabiliriz ?
Yanarken nasıl yaşayabiliriz ?
Ve hala yanıyorken nasıl biz, biz olabiliriz ?
Anka evrimselliği, Neandertal uzaklığı.
Durma, yakınlaşalım.
Birlikte, yanalım …