-The Neo-Beat Saga-1-
Sen Batı’dan geliyorsun,
Bense Batı’ya döneceğim.
Yanımda ucuz votka var,
Siyah kaplı defterim ve The Wall! (Soho ve Blues-2012)
Neo-Beat’in Türkiye’deki Son Resmi Buluşması (Ankara) w/ Neo-Beat
12 Ekim 2019-22.30
“Sana bir not var Enjolras,” dedi masaya gelen ve elindeki kağıt parçasını uzattı. EskiYeni Bar’ın alt katı “Show Must Go On” çığlıklarıyla yıkılıyordu. Notun yazdığı kağıdı karanlıkta deşifre etmek için yanındakinin neon bilekliğini uzatmasını istedi. Mesajı okuduktan sonra yerinden kalktı ve “Birazdan dönerim,” dedi. Mekanın en üst katında, en köşedeki masada ikisi onu bekliyordu.
“Hoş geldin,” dedi Max, “bu anı kaçıramazdık.”
“Bizi anımsadığına inanmak istiyorum,” dedi Andromeda.
Bunu duyan Enjolras gülümsedi, elindeki bardaktan bir yudum aldı ve şöyle dedi:
“Tabii anımsıyorum: Max ve Andromeda…”
“Bize katılmanı istiyoruz,” dedi Andromeda, “Birmingham’da yeni ve güçlü bir “league”(birlik) oluşturduk. Ve teorik programı oluşturmak için sen seçildin.”
“Zamansız,” dedi Enjolras, “ve bu an, bu nicki kullandığım yer üstündeki son an aynı zamanda!”
“Biliyoruz,” dedi Andromeda… “Belki de bu yüzden bu gece buradayız. Son partiyi kaçıramazdık!”
Devam etti:
“Woodstock Festivali’ni Neo-Beat’in düzenlediğini düşündün mü hiç? Zamanda bir kırılma yaşanıyor ve gelecekten birkaç Neo-Beat, New York’un o uzak kasabasına, Woodstock’a gidiyor, her şeyi baştan başlatmak için. Teorik açıdan mümkün olabilirdi ya da olmayabilirdi de… Alternatif zaman teorisine hep inandım. Biliyor musun, Max’le sana bu öneriyi getirirken reddedeceğini biliyorduk ve bu yüzden işi şansa bırakmak istemedik. Sana alt katta notu getiren kişinin yüzünü anımsıyor musun? Her şey planlandığı gibi giderse, birazdan onun bardağının içine attığı şeyden dolayı zihnin kendini kapatacak ve 5-6 saat boyunca yerinden kalkamayacaksın. Neo-Beat’in ülkedeki son resmi buluşmasında, senin için erken bir çıkış bileti En-jol-ras!”
Enjolras, elindeki bardağı masaya bıraktı. “Bir Alfred Hitchcock filmi entrikası gibi, sıra dışı” dedi gülümseyerek… Devam etti: “Burada, birkaç yüz Neo-Beat var, mekanı terk etmenize izin vermezler… Her koşulda, tekrar karşılaşacağız…”
“Çok sevdiğin bir şarkıyı söyleyeceğim,” dedi Andromeda. Yerinden kalktı ve çevresinde dönerek şarkıyı mırıldanmaya başladı:
“Do you believe in rock ‘n’ roll. Can music save your mortal soul?”
Andromeda, şarkıyı mırıldanırken Enjolras’ın önündeki görüntü, 1910’lardan kalma bir film karesi gibi titriyordu. Uyuşma hissi parmak uçlarından itibaren hızla yayılırken, tüm gücünü toplayarak ayağa kalkmayı denedi. Dikilmek olanaksızlaşmıştı.
Andromeda ona yaklaştı ve fısıldayarak “You’re out!” deyip yanağına bir öpücük kondurdu.
Hemen ardından Enjolras olduğu yerde yığıldı.
İlk Karşılaşma w/ Jing
Panama City Beach/Florida- Haziran 2012
Jing’le ilk defa, Panama City Beach’te, işe giriş eğitiminin verildiği bir konferans salonunda karşılaştık. Çekingenlikle aşırı güveni bir araya getiren ifadesiyle elini uzatmıştı ve “Belki de bana Facebook’unu vermelisin,” demiş ve eklemişti: “Çin’de Facebook yasak olduğu için şu an sıfırdan açmamız gerekecek!” Ve ona yardımcı olmam için Huawei marka telefonunu bana uzatmıştı.
Tıp öğrencisiydi Jing ve buraya bir şeyleri tümüyle geride bırakacak cesarete sahip olup olmadığını sorgulamak için gelmişti. Buradaki birçoğumuz gibi ben de farklı sayılmazdım, geçmişle aramdaki bağı kalıcı bir şekilde koparmıştım. Bir şeye hazırlanıyordum, ne olduğunu bilmediğim bir şeye…
Bir haftalık sıkıcı ve neredeyse hiç bitmeyecekmiş gibi görünen eğitimin ardından, diğer 50 kişiyle birlikte bölgedeki Publix şubelerinde işe başladık. O sırada geçici olarak bir hostelde kalıyordum. Benimle aynı Publix şubesinde çalışan Max, tanıştığım ilk kişilerden biri olmuştu Yaptığımız kapsamlı araştırmalar sonucu Summer Breeze Motel adında egzotik bir yer bulduk. Önünde sevimli bir havuzu olan, kapıların önündeki kolektif balkonda otobanı izleyip bira içilerek zaman geçirilen, odaları 80’lerin Amerikası tarzında döşenmiş 2 katlı, enteresan bir yerdi. Daha da önemlisi o an için Panama City Beach’teki en ucuz yer orasıydı.
Tam da o dönemde Bugsy Siegel telefonla beni aradı. Los Angeles’ta fantastik oyuncakların olduğu bir eğlence parkında çalışıyordu Bugsy. Telefonda anlattığına göre oradaki bir kızla aralarında karmaşık duygusal durumlar yaşanmış ve işten atılmıştı. Yarın ilk uçakla Panama City Beach’e gelip yeni bir iş bulmaya çalışacağını söylemişti. Daha önce birçok kez karşılaşmıştık Bugsy’le. 17 yaşındayken, liseyi bitirdiğimiz sene, Kadıköy’de şimdi çok deneysel-karanlık-saçma görünen olayların içinde olmuştuk ve yollarımız Atlantik’in kıyısındaki bu zaman dışı yerde tekrar kesişmişti.
Enteresan fikirleri vardı Bugsy’nin ve gelir gelmez Max’le birlikte Walmart’tan bisiklet almamız konusunda ısrarcı olmuştu. Satın alma fişini saklarsak, şehirden ayrıldığımızda paramızın iade edileceğini garanti etmişti. Böylece bisiklet çetesinin ilk adımları atılmış oldu ve işe bisikletle gidip gelmeye başladım. Yol yaklaşık bir saatimi alıyordu ve yol boyunca Florida’ya özgü bütün çılgınlıklarla karşılaşmak olasılık dahilindeydi. Arabalarının pencelerinden bira kutularını fırlatanlar, şarkı söyleyerek yol kenarında beni selamlayanlar ve onlara eşlik etmemi isteyen Floridalı kızlar… Her şey olasılık dahilindeydi ve ilk birkaç günde bu gel-gitler esnasında birçok kişiyle karşılaşmıştım. Çoğu başka ülkelerden çalışmak için Florida’ya gelen öğrencilerdi ve hepsi sürekli kalacak bir yer arayışındaydı. Ve ben istisnasız hepsine Summer Breeze Motel’i tavsiye etmiştim.
Summer Breeze Motel’e akınlar böyle başladı. Her gün gruplar halinde gelenler oluyordu ve davet ettiğim herkes, yanında birkaç kişiyle geldiğinden -ve bu küçük şehirde fısıltılar çok hızlı yayıldığı için- motele yerleşmemizin üzerinden 5 gün geçmişti ki sayımız 30’a yaklaştı. Gelenlerden biri de Jing’di. Eğitimden sonra onunla Facebook üzerinden birkaç kısa yazışmamız olmuştu ve fısıltı bir şekilde ona da ulaşmıştı. Çinli 20 kadar arkadaşıyla gelmişti Jing. Bir gün batımı işten motele dönerken onu motelin balkonunda bana el sallarken görmüştüm.
Koşarak yanıma gelmişti ve tanışmamız henüz çok yeni olsa da samimi şekilde sarılmıştı. Ve gülümseyerek, “Burada, sanki hepimiz bir şeylerin başlangıcında gibiyiz,” demişti.
Bunlar yaşanırken, havuzun kenarında bir partinin başladığı görülebiliyordu. Son birkaç günde, motele yerleşen herkes altına bir bisiklet çekmişti ve şimdi bu bisikletlerin arkasında taşıdıkları bira kasaları partiye yığılıyordu. Çinli grubun gelişiyle birlikte sayımız 50’yi bulmuştu ve işten dönen diğerleriyle birlikte ilk tanışma etkinliği için o gün havuzun çevresinde toplandık. Karmaşık bir tanışma süreci yaşandı sonrasında…
Bisiklet Çetesi w/ Bugsy Siegel
6 saat boyunca gökyüzüne baktığında ve neden baktığını sorduklarında sana, onlara şöyle cevap ver: gerçeğe buradan gideceğime inandım.
Saatler ilerledikçe alandaki enerji çok arttı ve belki de bu nedenle Bugsy “Haydi bisikletlere atlayıp biraz serserilik yapalım” dediğinde kimse geri durmadı. 20 bisikletli kendimizi Front Beach Road’a vurduk. Çığlık atarak, aynı çılgın şarkıyı haykırarak, yolda görenlerin anlamlandıramadığı bu ekiple ilerlerken, her şeyin olasılık dahilinde olduğunu hissediyorduk.
Motele geri döndüğümüzde, gruplar odalarına dağılmıştı. Birkaç saat uyumak için odaya çekilsem de uyumam mümkün olmadı. Gelen Max’ti, “Seninle konuşmak isteyenler var Enjolras,” dedi. Dışarı çıktığımda yaklaşık 10 kişilik bir grupla karşılaştım. Bunlar parça parça son birkaç günde motele davet ettiğim insanlardı ve neredeyse hiçbirinin yüzünü anımsamıyordum.
Bizim toplandığımızı gören diğerleri de aramıza katıldı. Summer Breeze Motel’in balkonu gece yarısını fazlasıyla geride bırakmamıza karşın tıklım tıklımdı ve insanlar birbiriyle tanışmaya devam ediyordu. Dünyanın çok farklı yerlerinden gelmişlerdi, Ukrayna’dan, Çin’den, Türkiye’den, İspanya’dan, Polonya’dan…
Ve gece yarısından sonra karşımda tekrar Jing’i bulduğumda sabah söylediği şeyi anımsadım: “Burada, sanki hepimiz bir şeylerin başlangıcında gibiyiz.” Ve ifadesinde, onu anımsadığımı hissettiğini hissettiren bir sıcaklıkla, bütün bunlar çok sıradanmış gibi elini uzattı. Elimdeki “Heineken”i ona uzattım, birkaç yudum aldı ve gülümseyerek tekrar bana verdi. “Anlamsızca bir mutluluk var bugün üzerimizde,” dedi, “biraz yürüsek mi ne dersin?”
Birlikte merdivenleri inerek havuza doğru yürümeye başladık. “Bugün gökyüzünde çok fazla yıldız varmış gibi hissediyorum, yoksa bu sadece psikolojik mi?” dedi Jing.
“Antik dönemlerde yeryüzündeki mesafeleri aşmak için insanlar aynı anda aynı gök cismine bakmayı denerlerdi.”
“Bazıları gökyüzüne benzer, hemen yağmurdan önce olan.”
“Bazıları ise gün batımına ama artık gökyüzünü kimse incelemiyor. Gökyüzünü kimse incelemiyor…”
“Bu bir Radiohead şarkısının kapanışı gibi,” dedi Jing, “anlatamıyorum ama hüzünlü.”
“Haydi diğerlerini de gökyüzüne bakmaya çağıralım o halde,” dedim.
Tekrar motelin verandasına döndük ve onlara topluca gökyüzüne bakma planımızdan bahsettik. “Dünyanın çok farklı ülkelerinden gelmiş olabiliriz ama bizi birleştiren şey orada,” demişti Jing.
Yaklaşık 50 kişiyle bu deneysel ritüeli gerçekleştireceğimiz yere geldiğimizde, yaşananları anlatmak olanaksızlaştı. Henüz çok yeni sevgili olmuş bazıları yine sımsıkı sarılırken birbirine ya da ürkekçe yanındakinin elinde tutarken ya da melankolik biçimde bir yudum daha alırken Heineken’den; ait olduğumuz yerin bu gezegen olmadığını gittikçe daha çok hissediyorduk. Per aspera ad astra çılgınlığı tam olarak o gece başlayacaktı.
Ad Astra Hareketi
Sonrasında havuzun başında son bir haftada yaşananları değerlendirmek için toplandılar. Bisiklet çetesinin yaptıklarından bahsetti Bugsy. Max, yanındaki not defterini çıkararak son bir haftada Summer Breeze Motel’e her gün kaç kişinin geldiğini okudu. Panama City Beach’te fısıltı gittikçe yayılıyordu.
Sonra herkes burayı nasıl keşfettiğini anlatmaya başladı. Herkes bir başkasından duymuştu. Summer Breeze Motel’le bir anlaşma yapıldığı ve WAT programıyla şehre gelen öğrencilerin buraya aktığını öğrenmişlerdi. Ve konuşma ilerledikçe bir isim tekrar tekrar telaffuz ediliyordu. Bunun üzerine, “Burada toplanmamızın sorumlusu Enjolras’tır,” dedi Bugsy. “O halde şimdi ne yapacağımızı söylemeli,” dedi bir başkası.
“Canlı bir manifesto yazacağız,” dedi Enjolras. “Ad Astra Manifestosu!”
Ve kolektif olarak manifestonun ilk dizeleri 6 ayrı dilde orada canlı olarak oluşmaya başladı.
Summer Breeze Motel w/ Max & Jing
Summer Breeze Motel’de her gün, bir öncekinden daha çılgınca ilerlemeye devam ediyordu. 3 gün içinde sayı 80’i aştı ve gün batımından önce havuzun kenarında başlayan partiler bir ritüele dönüştü. Bisiklet çetesi, şehri boylu boyunca kat eden Front Beach Road’un tartışılmaz hakimi olmuştu ve artık 40 kişilik bir ekipten oluşuyordu.
Termodinamiğin 2. yasasına göre de, karmaşık bir dizgede düzensizliğin sürekli artması gerekirdi ve o gün işten motele geri döndüğümde beklenmedik bir şeyin geldiğini hissetmiştim. Birkaç dakika sonra yanında birkaç arkadaşıyla Jing’le karşılaştığımda bundan emin oldum. Onu hiç bu kadar hüzünlü görmemiştim, yanında sırt çantası vardı ve açık ki yola çıkmaya hazırlanıyordu.
“Başka bir yerde görevlendirildim,” dedi Jing, “bizi Destin’e gönderiyorlar. Hemen çıkmamızı istediler…”
İlk sorduğum şey Destin’in ne kadar mesafede olduğu oldu. “47 mil” demişti Jing, arabayla 40 dakika, bisikletle ise gün boyu sürmek gerekecekti.
“Her fırsatta buraya gelmeye çalışacağım,” dedi Jing. Toplu taşımanın neredeyse olmadığı bu bölgede bunun çok da olanak dahilinde olmadığını bilerek…
“Jing,” dedim, birkaç sn. duraksadım ve devam ettim: “Bazen çok fazla şeyi aynı anda söylemek istediğinde, tam olarak anlatmak istediğini hiçbir zaman anlatamayacağının da bilincinde olurken üstelik, bunları kullanmak yerine susmak belki de en iyisidir. Gün batımının gittikçe cılızlaşan Güneş’ini avcunun içine al, sadece onu al… Bir gün birbirimize tekrar vereceğimiz şey o olacak çünkü.”
Bunları duymak Jing’in gözlerini doldurdu ve hiç ertelemeden sımsıkı sarıldı bana. Sesli cümleler kuramayacağını hissediyordu. Yüksek sesli suskunluğuna gömüldü bu yüzden. Arka planda Summer Breeze’in balkonunda ellerinde birayla The Beatles’ın şarkılarından birisini söyleyen grubu izlerken, diğer tarafımızda akıp giden otoban, birazdan Jing’in bineceği otobüs ve sonrasında onu 47 mil mesafeye götürecek prosedürler… Hepsini aynı anda hissediyordum ve birkaç dk. sonra o an geldiğinde, son kez aracın camından bana elini salladığını görmüştüm. Gülümsemişti Jing, “Hoşça kal,” demiştim, “şimdilik hoşça kal!”
City Fair w/ Max, Bugsy
Jing’in ayrılışından birkaç gün sonraydı. Bugsy’le motelin verandasında oturmuş otobanı izliyorduk. Muhtemelen 6. ya da 7. birada olmalıydık. Son birkaç günde gelenlerle birlikte motel tamamen dolmuştu. Ne var ki iki kişilik odaları 5-6 kişi kullanabildiği için sayı artmaya devam ediyordu. Tam bir çılgınlık hali motele gitgide hakim oluyordu. İşten döndükten sonra gece yarısının sonrasına da sarkan uzun ritüellerin ortasında, tanıştığım kişileri zaman zaman karıştırdığım olsa da, çok geç saatlere kadar motelin verandasında yeni gelenlerle kesintisiz konuşmam gerekiyordu bazen. Aynı sorular geliyordu hep: “Per aspera ad astra nedir?”, “Nerede dövmesini yaptırabiliriz”, “Neo-Beat neyi hedefliyor?”
“Bugsy,” dedim, “bizi tekrar bu işe bulaştırdın. Atlantik’in diğer yakasına insanlardan kaçmak için gelmiştik ama burada bir topluluk çılgınlığının tam ortasına düştük.”
“Ben bir şey yapmadım,” dedi Bugsy. “Sen ve Çinli sevgilin ve onun manipüle ettiği diğer Çinli ordusuyla Ad Astra Movement’ı başlatan, manifestoyu yazdıran, ben de dahil olmak üzere herkesi buraya çağıran sendin.”
“Dün sabaha karşı 4’te uyandırdın beni Bugsy,” dedim, “Pub’da karıştığınız kavgayı anımsadın mı? Ya da dün akşam Walmart’ın içki bölümünün bisiklet çetesinden 4 kişi tarafından yağmalandığını anımsıyor musun? Yerel halkla aramız bozulmaya başladı ve kitle daha da kontrolden çıkacak, bunu biliyorsun.”
“Bir araba satın alıp çekip gidelim buradan o zaman,” dedi Bugsy. Cebinden 300 dolar çıkardı: “Bunu 600’e tamamlarsak 92 model bir Ford alabiliriz. O zaman istediğin zaman Destin’e gidip Jing’i de görebilirsin.”
“Mesele bu değil Bugsy,” dedim, “Buradaki olayların duyulması nedeniyle, Publix’te çalışma saatlerim gece yarısından sonra 03.00-12.00 arasına alındı. Koşullarımızı zorlaştırmak istiyorlar. Ben de oradan bugün istifa ettim.”
Bu sırada Max aramıza katıldı. Konuşulanları duymuştu, Panama City Beach’e gezici bir fuarın geldiğinden bahsetti. Kendisi dün orada işe kabul edilmişti. İstersem orada işe alınmam için konuşabilirdi.
Sabah ilk işimiz fuar alanına gitmek oldu. Gelişigüzel birkaç soru sorduktan sonra fuar menajeri elime çalışan üniformasının ve birkaç aksesuarın olduğu bir kit tutuşturdu ve hemen işe başlayabileceğimi söyledi. Fuar alanı gezici bir lunaparktan, dondurma stantlarından, açık hava sinemasından ve insanları birkaç saatliğine mutluluğu satın alabileceklerine inandıracak diğer aktivite alanlarından oluşuyordu. Çalışanlar için konaklama yeri olarak fuar alanındaki karavanlar tahsis edilmişti.
Max’le beraber karavan alanına doğru ilerlerken tanıdık yüzler gördük. Onlarla Summer Breeze’deki partilerde karşılaşmıştık ve bizi görünce orada icat ettiğimiz şarkılardan birisiyle bize karşılık verdiler:
Hey hey my my!
“Ad astra” will never die!
The movement has just begun!
“Bu şarkı bugünlerde çok popüler,” dedi Max, “Summer Breeze Motel’den sonra fuarı da şimdiden ele geçirdik.”
Şehir fuarında günler büyük bir canlılıkla geçiyordu. Ben korku tünelinde görevlendirilmiştim. Gittikçe lunaparkın psychedelic bir alan olduğunu kavrıyordum.
Korku, ustalıkla kullanıldığında etkili bir silahtı. Ben usta bir “korku yöneticisi”ydim. Bu yetkinliğimi kullanıyor olmasam da, korkuyu kullanarak insanları bir ölçüde yönlendirebileceğimi seziyordum. Birini elde etmek istiyorsam, muhtemelen lunaparka götürürdüm. Lunaparklar, yapay korku oluşturma alanlarıdır. Korkuyu satın almak için belli oranda paralar ödenir. Bir korku yöneticisi için ise lunaparklar, hoşlandığı kişiyi kendilerine bağlayacakları yerlerdir. Aşka dair reaksiyonlar korkuyla fazlasıyla benzeşirler. Yükseklik korkusu olan birisi, dönme dolapta hemen yanında olan kişiye karşı, bir anda büyük bir tutku duyar. İlk defa öpmek için ideal yerlerdir, lunaparklar… İlk öpüşün nedeninin korku olması, dışarıdan ironik görülebilir. Ancak aşk denilen şey de, korkmamak için başka bir kişiye tutunma arayışının sonucu değil midir?
Andromeda’yla tam olarak bunları düşünürken karşılaştım. Son birkaç günde, çok kısa birkaç konuşmamız olmuştu. O, dönme dolabın olduğu bölümde görevliydi. Bu oyuncağa en çok liseli çiftler ilgi gösteriyordu.
“Bu gece, dönme dolabın son turunda bana katılmak ister misin?” dedi Andromeda. “Olur,” dedim, “neden olmasın…” Onu neredeyse hiç tanımıyordum. Beni daha önce Summer Breeze’de gördüğünden bahsetti. Fuardaki çalışanlar arasında da “Ad Astra” çılgınlığının hızla yayıldığını biliyor muydum? “Şunu görmeni istiyorum,” dedi ve tişörtünün sol kolunu sıyırarak omzunun hemen başlangıcında yer alan dövmeyi gösterdi. Per aspera ad astra, yazıyordu… “Nedenini bilmiyorum ama hayatım boyunca bunun orada yazdığını bilmek iyi hissettirecek.”
Bu sırada dönme dolabın turu bitmişti. Oyuncaktan indik ve karavanların olduğu kamp alanına doğru yürümeye başladık.
“İyi geceler Enjolras,” dedi
“Belki yarın güzel olur,” diye karşılık verdim.
“Temmuz hep güzel olur Enjolras. Bir yıldızı öpmek isteyecek kadar sarhoş oldun mu hiç?”
“Aynı yıldızdan geliyoruz, aynı yaşama yabancıyız.”
Gözleriyle “Güzel günler görecek miyiz” diye soruşuna içimden-cümle kurmadan “Belki göreceğiz” diye karşılık verdim.
Karavana döndüğümde, Max ve Bugsy beni karşıladı. Büyük bir parti için beklenti çok artmıştı. Summer Breeze’de geleneksel havuz başı toplanmaları devam etse de alan artık çok küçük kalıyordu. Gezici fuarda Ad Astra çılgınlığı gizli bir efsane gibi yayılıyordu. Florida’da bir “Ad Astra” hayaleti dolaşıyordu artık. Bunun üzerine plajda bir toplanma gerçekleştirme kararı aldık. Toplanma hiçbir yerde açıkça duyurulmayacaktı, çağrı kulaktan kulağa fısıltıyla gerçekleşecekti. İçimizde en iyimser olanlar, sayının 50’yi aşmayacağını düşünüyorlardı. Oysa o gün alana geldiğimizde bizi 300 kişi karşıladı.
Midnight Summer Dream w/ Andromeda
Bugsy elini çenesine götürdü ve kalabalığı birkaç sn. süzdükten sonra -o an için bir insanın çıkarabileceği en yüksek sesle- “FUCK” diye bağırdı. Enjolras’la birlikte alana bisikletle gelmişlerdi. Onları Max karşıladı. Sayı şimdiden birkaç yüzü bulmuştu ve alanda her an patlamaya hazır alışılmadık bir enerji vardı. “Son durum nedir Max?” dedi Enjolras.
“Pub’dan seyyar bir sahne getirdik,” dedi Max, “bisikletlerle alana aralıksız bira sevkiyatı yapıyoruz.” Eliyle sahnenin kenarında olan uzun sırayı işaret etti:
“Aramızda dövme yapmasını bilen birkaç kişi vardı ve bu sıradakiler, Per aspera ad astra yazdırmak için oradalar. Bu iş bir salgına dönüştü.”
“Büyük bir ateş yakmalıyız,” dedi Enjolras, “ve arka planda First Aid Kit-Wolf çalmalı.”
Bu sırada dövme yaptırmak isteyen grubun yanına yaklaşmışlardı. Onu gören Andromeda el salladı:
“Sen dövme yaptırmayacak mısın?”
“Henüz değil,” dedi Enjolras gülümseyerek…“Belki onu çoktan ruhuma kazımışımdır.”
“Ruhunu okumak için gözlerine bakmam gerekiyor mu,” dedi Andromeda.
“Hayır,” dedi Enjolras, “bu çok amatörce olurdu. Bazı sözler fısıldanarak söylenmeli, göz kapakları saklanmamıza yardımcı olması içindir.”
“O halde yaşam denen virüsün kanımıza karışmasına izin vermeliyiz”
Dövme sırasında olanlar hareketle özdeşleşmiş şarkıyı söylemeye başlamışlardı tekrar:
Hey hey my my!
“Ad astra” will never die!
The movement has just begun!
“First Aid Kit’in şu an aramızda olduğu söyleniyor, doğru mu bu?” dedi Andromeda.
Grup, henüz hiç bilinmiyordu ama Ad Astra çevresinde şimdiden bir efsaneye dönüşmüştü.
Tam da bu sırada sahneden “Wolf” yankılanmaya başladı. Bu şarkı Summer Breeze’deki toplanmaların favori şarkılarından birisiydi ve etkisi çok büyük oldu. Bir yandan da Bugsy arkadaşlarlarıyla sahnenin yanında büyük bir ateş yakmaya çalışıyordu. Şarkı çalarken, ateşin ilk kıvılcımı etkisini gösterdi ve ateş canlandıkça kitlenin histerisi çok arttı.
“Haydi biz de dansa katılalım,” dedi Andromeda, Enjolras’a elini uzatarak…
Birlikte kalabalığa karıştılar. Savruluyorlardı, kozmostan başka hiçbir şeyi sahiplenmeden ve aynı şeye inandıklarını hissederek… Sahneden seyircilere yöneltilen düzenek nedeniyle, birkaç dk. içinde dans eden herkes sırılsıklam oldu. Ateşin canlanması kalabalığı daha da coşturdu.
Bu karmaşanın ortasında Max, Enjolras’ı buldu:
“Kitle, Ad Astra Manifestosu’nun okunmasını istiyor,” dedi. Bunu duyan Andromeda, “Şov devam etmeli,” dedi gülümseyerek… Ve kalabalığı yararak sahneye çıktılar…
Bugsy, mikrofonu eline geçirmişti: “Hey hey my my!” diye bağırdı…
Çığlığı duyan kalabalık coşkuyla “My my hey hey!”diye karşılık verdi.
Bunun üzerine “Hey hey my my mıydı, yoksa My my hey hey mi?” diye sordu.
Seyircilerin yarısı birini söylerken, diğer yarısı diğerini haykırıyordu. Bu karmaşa gülüşmelerle sonuçlandı.
Enjolras, şortunun ön cebinden buruşmuş bir kağıt çıkardı. Neredeyse okunması olanaksız, birkaç dilde yazılmış karmaşık bir manifestoydu bu. Kağıdı Andromeda’ya uzattı. “Ad Astra Manifestosu 1” diye başladı Andromeda, “The Wall için ölür ve öldürürüm!”
Kalabalık aynı şekilde maddeye karşılık verdi. Birçoğu az önce koluna Per aspera ad astra dövmesini yazdırmıştı ve okurken kollarını havaya kaldırdılar.
Kağıdı Max eline aldı ve “Madde 2” diye devam etti, “Bu evrenden kaçmamıza yardımcı olacak bir solucan deliği bulduğumu söylesem, hiç düşünmeden gelir miydin benimle?”
Bu sefer kalabalığın karşılığı sansasyonel oldu. Yüzlerce kişi “Evet” diye haykırdı. Hell fucking yes! Ve okunan her maddede ritüelin etkisi daha da arttı.
Manifesto tamamlandıktan sonra Enjolras ve Andromeda göz göze geldiler.
“Bana nickinin anlamını söylemedin,” dedi Enjolras.
“The Doors saplantılıyım,” dedi Andromeda. “Ve Jim Morrison Andromeda galaksisinden geldiğine inanıyordu. Peki sen?”
“Ben, Ankara’dan geldim,” dedi Enjolras. “Benim için her şeyin başladığı yerdir ve belki bir gün hepimiz için her şeyin tamamlandığı yer olacaktır aynı zamanda.”
“Karanlık ve yabancı,” dedi Andromeda.
“Hayatımın bir döneminde, tam olarak 12 ay boyunca tek bir kimseyle görüşmedim. Sonra bir gün sokağa çıktım ve biri adımı sorduğunda birkaç sn. boyunca hiçbir isim oluşmadı zihnimde. ‘Enjolras’ dedim ben de hiç düşünmeden…”
“Hiç düşünmeden, hiç korkmadan…” diye karşılık verdi Andromeda, “sonsuza kadar bu ismi kullanacak mısın?”
“Hayır, 7-8 sene belki, sonra BOOM!”
“2020’ye daha çok varmış,” dedi Andromeda.
Bu sırada sahnede kovboy şapkalı bir güneyli eski bir Bob Dylan parçası çalıyordu.
“Bir şarkı söylemek ister misin, bu geceye özel,” dedi Enjolras.
“Aslında sahnede utangaç biriyim,” dedi Andromeda, “gitar çalmayı da hiç beceremem…”
“Tek notalı bir şarkı olabilir.”
“Tek sözcükle şiir yazılacağı gibi.”
“Tek bir hücre insana evrilebilir.”
“Tek bir atom evrene dönüşebileceği gibi,” dedi Andromeda dudaklarını ısırarak…
Birlikte sahneden, Atlantik’in kıyısındaki uçsuz bucaksız bu plaja, her şeyin sonuna gitmeye hazır insanları izlediler. Dünyanın çok farklı yerlerinden gelmişlerdi ama kalpleri aynı yere aitti.
“Kazanma olasılığı var mı bilmiyorum, bir cevap var mı ya da,” dedi Andromeda, “ama ben buradan doğan ütopyaya hep inanacağım.”
“Cevabı rüzgarda saklı,” dedi Enjolras, “ve sen şarkıyı söylemelisin.”
“Ben şarkıyı söyleyeceğim,” dedi Andromeda.
Çalan şarkı bittikten sonra gitarı eline aldı. Bu sırada Enjolras kalabalığın arasına karışmıştı. Andromeda ürkekçe gitarı tuttu, kararsızca birkaç notaya bastı. Sonra gözleri kalabalığın arasında Enjolras’ı aradı, gözleri onu bulduğunda gülümsedi, birkaç sn.liğine gülümsemeleri birbirine karıştı. “Bu şarkı hepimiz için,” dedi Andromeda, “gitar çalmayı hiçbir zaman tam olarak öğrenemedim ama belki bana eşlik ederseniz bunu başarabilirim: Per aspera ad astra!”
Kalabalık da aynı şekilde Per aspera ad astra çığlıklarıyla karşılık verdi. Devam etti Andromeda: “Blues evrimleşti, mavi kirlendi. “Sevgi” gibi softcore ifadeleri bir yana bırakıp, birlikte kusalım mı?”
Kalabalık bu çağrıya da coşkuyla karşılık verdi.
Ve ilk dizeleri mırıldandı Andromeda:
“The answer, my friend, is blowin’ in the wind,
The answer is blowin’ in the wind”
Şarkı alandaki herkesi birleştirdi. Daha önce hiç karşılaşmamış insanlar, aynı ütopya düşüne ruhlarını kaptırarak birbirine sarılmışlardı. Bir kızın üzerinde “Per aspera ad astra” tişörtü gördü Enjolras. Fark edildiğini gören kız, “Hey hey my my!” diyerek elindeki plastik bira bardağını kaldırdı. Aynı şekilde karşılık verdi o da.