23 Temmuz 2024
Aziz Nicolaos’un kırık lahdi başında mum yakan Ortodoksları bir kenardan izliyorum. Sessiz, sakin, din mefhumunun post-modern çağdaki ölçülü -biraz da folklorik- bir temsilcisi gibiler sanki. Zamanı henüz gelmemiş eskatojik bir tavır bu. İnsanlar, güzel bir yaz gününün turistik rüyasını teşkil eden bu mekana mütebessim girip, yüzlerinde garip bir huşuyla ayrılıyorlar.
Myra antik kentinde güneş insana bir canavar gibi saldırıyor. Yırtıcı, pervasız… Dağın eteğine oyulmuş kaya mezarlıkları mahşeri hatırlatıyor. Sürüngenler sıcak mermerler üzerinde bir hayalden ibaret.
Demre’nin suyu sıcak ve tuzlu. Bir ara denizin içinden ufka bakarak, sonsuzluk duygusunun ne yaparsak yapalım bir türlü ifade edilemeyecek bir şey olduğunu düşünüyorum.
24 Temmuz 2024
Arykanda antik kenti beni bambaşka bir aleme götürdü. Issızlığın ortasında kendi haline bırakılmış antik tiyatronun hemen arkasında yükselen dağa bakarsanız, insanın olmadığı yerde tarihin hala kutsal olduğunu anlayabilir; şimdi yarım kalmış sütunlarda ve çatlamış taşlarda eski bir iman soluğunun tüm sıcaklığıyla dolaştığını hissedebilirsiniz.
26 Temmuz 2024 / Olympos
Dağ ve Heybet
Denizin kenarından yukarıya doğru uzanan, kayalarının her biri koskoca bir manayı hiç gocunmadan taşıyacak kadar heybetli dağ. Bir kenarında asırlar öncesinden kalmış bir kalenin son duvarı.
“Ben özgürlüğü dağlar ile bir tuttum, denizler ile değil.“
Dağın heybetine uzaktan bakınca, suyun kenarında bir karınca sürüsü gibi görünen insanlar. Kalabalık. Özgürlük o kalabalıktan sıyrılıp dağın üzerinde sıralı kayalardan birine tırmanmanın cüretinde gizli. Yapabilir miyim? Hayır.
Kuruyan tenimin üzerinde güneş izleri; çatlak, kuru bir toprak misali gelecek zamanı, yani tarihin bereketli bir devrini bekliyor. Her şeyin benden büyük bir başka ben’e doğru ilerlediğini düşünüyorum.
Antik kentin bir köşede kalmış ve artık uğranmayan kilise harabesinin duvarlarını aşacak kadar büyüyen yabani otların arasında, cırcır böceklerinin sesinde ve az aşağıda denize koşan insanların sıcak kumlar üzerindeki telaşında bir şey gizli. Bilinmeyen ve daima gizlenen bir şey. Sanki sessizliğin hüküm sürdüğü bir yerde her kıpırtıyı, her soluğu, zamana dair bir mahremi bozmaktan korkarak örten görünmez bir el var üzerimizde. Bu el, bir bütün halinde hepimizin içine dokunuyor sanki. İlk önce zamanı hatırlatıyor, sonra bu döngünün ebedîliğini. Etrafımızda, metruk ve harabe olanın günümüz insanına artık pek de hitap etmeyen ihtişamı kalıyor sadece.
Mavi
Renkler içinde en sonsuz olanı o. Ayaklarımı suyun içinde büsbütün yerden kestim ve attığım her kulaç daha derine sürükledi beni. Suyla aramdaki hikayemde bir milat bu.
Açık maviye doğru bir sonsuzluk öykünmesinde bulunuyorum. Her şey suyun altındaki ağırlıkta bir yanılsamaya dönüşüyor. Zaman hariç.
Akdeniz
Az sonra dudaklarımda Toscana purosu. Acı, hakiki bir tat deniz tuzuyla karışıyor dilimde. Birkaç beyaz bulut şu mavi uçsuzluğun üzerinde kıvranıyor. Ufukta beliren ve her saniye durmadan Akdeniz’in üzerinde titreşen buğuya bakıyorum. Uzayan ve Dali’nin tablolarındaki gibi damla damla erimeye hazırlanan zaman… Akdeniz’in takriben bir metre derinliğine dalarak çıkardığım taşı inceliyorum. Onu yanıma bir hatıra alarak kendi mutlu elemime dönmek için hazırım.
27 Temmuz 2024 / Dönüş Yolu
Sarı bozkırın ortasında tek başına kalmış ağaçları arıyor gözlerim. Süratle akan manzaralar ortasında rastladığım o bahtsız ağaçları gördükçe yorgun başımı öylece bırakmak ve uyumak istiyorum. Umutsuzluğun en saf hali bu. Yalnızlığın ve dünyadaki varlığımızın doğadaki temsili. Sarı, kahverengi, beyaz, mavi. Renkler akıp geçiyor. Virajlar her seferinde nereye kıvrılıyor? Issız köyler, yıpranmış yüzler ve Akdeniz’in kavruk çocukları…
Beyaz badanalı evler, içlerinde sakinleri olsa bile sanki asırlar önce terkedilmiş gibi geliyor bana.
Yolların, kat edildikçe kendisine ait felaketleri de içinde taşıyan bir masal olduklarını düşünüyorum.
Her an eski savaşçılar gibi destansı bir şekilde ölebilirsiniz yollarda.
Hem kanlı bir kazaya, hem de muhteşem bir manzaraya şahit olabilirsiniz ayrıca.
Yollar en olmadık ihtimalleri ıssızlığında saklar. Ölüm ve yaşam, güzel ve çirkin yollardadır.
İnsan yapımı olan şeylerin -fayda söz konusu olduğunda- başında gelir yollar. Mitolojik ama bir o kadar da profandırlar. İnananları yeryüzünden çoktan silinmiş dinlerin mabetlerine benzerler bir de.
Saatler geçti.
Bozüyük dolaylarında sıcaklık neredeyse on derece birden azalıyor. Dağların arasından üzerimize kara bulutlar düşüyor. Otomobil camlarında tedirgin yağmur damlaları, seyrek ve ince. Başlarımız birer gölge halinde, bir o yana bir bu yana sallanıyor.
Akdeniz iklimini çoktan geride bıraktık.
Kalemine sağlık. 👏🏻
Teşekkür ederim.