Londra muhteşemdi. J.G ile New York’a döndük. Dört seneyi Londra’da geçirmiştik. Çarmıha gerilmiş, parçaları bir araya asla getirilemeyecek darmadağın New York. Sizi sahte yakıtlarla besleyen dev bir elektro manyetik güç. Sinir uçlarını harekete geçiren. Kronik bir kaşıntıya dönen. Ve ne kadar fazlasını alırsanız, o kadar fazlasını istersiniz. Ve daha fazlası asla yetmez. Ta ki çok fazla olana kadar. Ta ki hayat enerjinizin durmadan emildiğini, sağıldığını, çiğnendiğini, sindirildiğini ve sınırları nihai deliliğe uzanan bir şehirde durmadan avlanan yaşayan hayaletler ordusunun o enerjiyi size geri tükürdüğünü hissedene kadar. New York’ta aklınıza hakim olmaya çalışın bakalım. Size meydan okuyorum. Sırf havasi bile nabız atışını hızlandıran psikoterapik bir uyuşturucudur.
Ve fazla tükettiğiniz herhangi bir uyuşturucu gibi, kirlendiğinizi hissedersiniz. İçeriden çürümeye başlarsınız. Hiçbir zaman yeterince temiz hissetmezsiniz kendinizi. Etinizi kemiren mikro biyotik bakteriden kurtulamazsınız. Gıda zehirlenmelerinden, havada gezinen virüslerden, veremden, hastalıktan yırtamazsınız. Kendinizi ne kadar temiz tutmaya çalışırsanız çalışın. Bir kez enfeksiyonu kapınca, gidebileceğiniz güvenli hiçbir bölge kalmaz. Enfeksiyonlu şarapnellerle dolu bir kariyer. Yaşayan ölülerin salgıladığı pis kokuyla hastalanırsınız. Burunlarınıza saldıran sidiğin, bakterinin, hem ölülerin hem dirilerin çürüyen cesetlerinin kokusu. Kapı eşiklerinde, metrolarda, kaldırımlarda biriken yapış yapış su gölcükleri üzerinize bulaşır. Kafanızın üzerindeki borulardan, zehirli çamur ve benzin karışımı cerahate benzer sıvılar sızar. Banyolar, duşlar, lavabolar, bu berbat kokuya artık başka yere yollayamayan borularla beraber paslanır. New York’ta beş sene demir atmıştım, iyice midemi bulandırıyordu artık.
New York kokan bir şehirdir ama yine de kendi yansıtmasını kucaklar. Çürümenin, ölümlülüğün, başarısızlığın, dolandırıcılığın korkunç bir portresi. Negatif elektirkle yüklü bir ortama hapsolmuş, ortak çığlıkları bir sonraki içkiyle, bir sonraki uyuşturucuyla, bir sonraki berbat düzüşmeyle kaybolan karikatürler.
Şehir merkezindeki ayakkabıcıda çalışan Arap oğlan.Porto Riko’lu uyuşturucu satıcısı.Brooklyn’den gelen siyah keş.Asıl işini bırakıp, taksi şoförlüğüne başlayan Mısırlı sihirbaz.Aşağı Doku Yakasından Nikaragualı şair.Boktan rock grupları ve onların peşinden gidenler.Çimdiklemeyi, amcığa tercih eden gaddar, köktenci Yahudiler.New Jersey’den gelen bakire ergen kızlar.Üç günlük Ecstasy aleminin ardından beni becererek hastanelik eden Montrealli ateşli, sarışın denizci. O koca aletine karşı koyamazdınız. Muhteşemdi. Zarar vericiydi.
Bazen haftalarca, aylarca devam eden bir gecelik ilişkiler. Bi başkasının gündüz düşlerine seyahat ediyordum ve bir sabah aniden uyanıp, orada işimin bittiğini anlıyordum. Hala J.G ile yaşıyordum, durmadan devam eden bir dizi müstehcen hikayeyi sabırla dinliyordu. Analizci koltuğunda o oturuyordu ve ben onda yarattığım dehşetin giderek arttığını görebiliyordum. İlişkimizin bittikten sonra terapi görmesi gerekti. Benim hastalığımdan kurtulma çabası. Patalojik zehirlenme başlamıştı. Alkolizm, güvensizlik kompleksi, delilik. Bağımlılık. Ve tüm bunlara rağmen bana tahammül edebildi.
Geçici süre ilginizi dağıtan şeyleri, fast-food gibi durmadan önünüze koyan bu şehirden kendimi koparmam gerektiğini biliyordum. Uyarılmak için kalkıştığım bir dizi işin sarsıntı yaratan tehlikelerinden kurtulmam gerekiyordu, üstelik neticede geriye kalan asla ulaşılamayacak bir ihtişamın yarattığı hayal kırıklığından başka bir şey değildi. Barlar, kulüpler, konserler, galeriler, ne kadar acil olduklarına sizi ikna ederek zamanınızı ve enerjinizi emen konuşmalar. Baskı yaratan tek sorunsa bütün bu çöpü nereye atacağınız. Dikkat dağıtan her komploya son verme, bitirme ihtiyacı.