Elbette “Uluma” (Howl) sadece Beat edebiyatının değil, o güne kadar yazılmış tüm lirik edebiyatın en gaddar dille yazılmış ancak bir o kadar da etkileyici, gözlerimizi kimi zaman yuvalarından çıkaran, kimi zaman ise yaşlarla dolduran şiiridir. Uluma terbiyesizce yazılmıştır, bir Columbia Universitesi mezununa hiç yakışmayacak cinsten dizelerle doludur, Ginsberg kendine hakim olamaz ve ikide bir küfür eder, ama nasıl etmesin ki? O günlerin Amerikasının bugünlerin dünyasından pek de bir farkı yoktur elbette. Hala çalan çırpan devler ve sefaletle boğuşan cücelerin, şehir eşkiyalarının, ölüm korkusunun, yoksulluğun, uyuşturucunun, umutsuzluğun ve gerçek olmayan aşkların var olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Ginsberg 50’lerin Amerikasını bir parça daha karıştırmak adına, Kerouac, Burroughs, Ferlinghetti, Synder ve Bob Dylan’ı gibi isimleri bir masaya oturtmuştur ve sonra hep beraber bir yolculuğa çıkmışlardır. Aslına bakarsanız bu dönemin şairleri, belki de geçtiğimiz yüzyılın en popüler ve sesleri en yüksek çıkan şairleridir. Ginsberg Dylan’la sahneye çıkıp şarkı bile söylemeyi denemiştir. Aynı zamanda şiirin asla bir arada ulaşamayacağı derecede büyük bir kalabalığa fikirlerini sunma ayrıcalığını da Dylan’la olan dostluğu sayesinde başarmıştır.
Amerika’nın özgürlük yanılsamaları karşısında Ginsberg, özgürlük ve eşitlik için kendini yerden yere atmış ve şimdi Beat Kuşağı olarak bildiğimiz yazarları kişisel çabalarıyla bir araya getirmiştir. Teyzesinin evinde sakin sakin oturup çağın en etkileyici otobiyografik romanını yazmış olan Kerouac’ a kalsa “Yolda”yı Long Island’daki evinin bir köşesinde sararmış halde bulabilirdik. Ginsberg 3 yıl boyunca New York’da elinde “Yolda”’nın bir kopyasıyla yayın evlerini dolaşmış, en sonunda bir yayıncıyı ikna etmeyi başardığında ise Kerouac’in şaşkınlığıyla karşılaşmıştır.
Ginsberg’in şiirlerinde süregelen “ölüm” teması onu biraz daha iyi tanıyanlar için aslında hayatı ne kadar ciddiye aldığını ve bu ciddiyet doğrultusunda nasıl kaçınılmaz bir umutsuzluğa sürüklendiğine işaret olarak anlaşılır.Hayatla ilgili teorisine göre zaten :
1-you can’t win. (kazanamazsın)
2- you can’t break even. (berabere kalamazsın)
3- you can’t even quit the game. (oyunu bırakamazsın bile)
Bu kadar umutsuzluğu Ginsberg’e çok görmemek gerekir. Şöyle ki, Ginsberg 50’lerin Amerika’sı gibi bir yerde Yahudi bir ailenin eşcinselliğe meyilli çocuğu olarak dünyaya gelmiştir ve çocukluk yıllarını annesinin New York’un meşhur akıl hastanesi Bellevue’ye yaptığı yolculuklara tanık olarak geçirmiştir. Yetişkinlik yaşantısı boyunca da paçasını Bellevue’nün koridorlarından kurtaramaz ve hayat arkadaşı Peter Orlovsky’yi buraya sıksık götürmek zorunda kalır. Annesi için son çare olarak önerilen lobotomi operasyonunun izin kağıtlarını imzalayarak izin verdiği için hayatı boyunca kendini affetmemiştir Ginsberg. Öldüğünde telefon defterinde 3000 kişinin ismi bulunmaktadır. Bu kişileri tek tek arayarak iki haftalık bir sürede veda etmiştir tanıdıklarına. Ama ölmeden önceki son gece Bill Clinton’a bir mektup yazıp, hayat boyu edebiyatta başarıları için bir ödül istemiştir. Tüm başarısına, sosyalliğine rağmen Allen, içindeki takdir edilme arzusunu huzura kavuşturamadan göçüp gitmiştir. Oysa ki, Allen yazılarıyla pek çok insanın hayatını etkilemiş ve değiştirmiştir. Onlar Beat kuşağı olarak milyonlarca genci yollara dökmüş, kendilerini ifade edebileceklerine dair bir cesaret vermişlerdir.
Allen Ginsberg’in özel hayatını detaylı bir biçimde ele alan I celebrate myself: The Somewhat Private Life of Allen Ginsberg sadece Allen’ın hayatını anlatan bir biyografiden ibaret değil. Tuttuğu günlük, Kerouac’in, Gary Synder’ın , Peter Orlovsky’nin ve diğer tüm arkadaşlarıyla geçirdiği her günün, her saatin detaylı bir anlatısı. Beat kuşağına ilgi duyan ve onlar hakkında bilgi sahibi olmak isteyenler için mutlaka edinilmesi gereken bir derleme.
Bir küçük not: Ben I celebrate myself’i Allen Ginsberg’in Collected Poems, yani tüm şiirlerini içeren kitabıyla birlikte okudum. Şöyle güzel bir durum var, I celebrate myself’’de anlatılan paragrafın sol köşesinde şairin o sırada yazmış olduğu şiirin, Collected Poems’de bulunduğu sayfa numarası yazıyor. Böylelikte şiirlerin içindeki küçük sırlar ortaya çıkıyor. Bu şekilde okumayı şiddetle tavsiye ederim. Keyifli okumalar!
Duygu Hoşgör