Bizim için her şeyden önce ismiyle dikkat çeken BEATEN FAME, sokağın ve metropolün adı koyulmamış hislerini şarkılarına yansıtan bir grup ve yeni çalışmalarıyla yükselen bir trendde ilerliyor. Kültürün dönüşümü her zaman müziğin dönüşümüne paralel ilerlediğinden başta büyük bir metropol olarak İstanbul’u anlamlandırmak için, grubun soundunun evrilişini ve yeni biçimlerini takip etmek bizim için ilginç olacak. Çünkü müzik her şeyden önce sokağa ait bir şeydir diyor ve diğer detayları gerçekleştirdiğimiz bu keyifli röportaja bırakıyoruz…
Grubunuz ismini nereden alıyor?
Aslında bir araya geldiğimizde grup kurmak gibi niyetimiz yoktu. Ama şarkılar ortaya çıktıkça yeni bir isime ihtiyacımız olduğunu yoğun bir şekilde hissetmeye başladım.
Ne olsun diye pek düşünmedik. Çünkü Güven yıllar öncesinde ismimizi farkında olmadan bulmuştu. İlk önerilerinden biriydi. Çok sevdim, biz buyuz işte diye hissettim. Hem ” Yenilgiye Uğramış Ün” gibi bir anlam taşıyor, hem de ”BEAT and FAME” gibi okunduğu için ritim ve ün de demek oluyordu. Hoşumuza gitti.
Grubun soundunda single dönemki çalışmalarınızla karşılaştırırsak ne gibi farklılıklar var?
Şu hayatta üzerine bir şeyler anlatamayacağım çok az müzik tarzı var. Tüm tarzlardan ilham alabilirim ama BEATEN FAME, Güven’in müzikalitesiyle şekilleniyor. Eğer bir karşılaştırma yapmam gerekirse eski çalışmalarıma nazaran çok daha özgür, yer yer uyuz, küstah ve kendinden emin bir sound diyebilirim. Hepsinden önemlisi kaygı taşımıyor, matematiksel yaklaşımlara çok yer yok. BAM GÜM hep. Güven müzik yaparken sadece kendinden ve farklı bir şeyler yapmaktan besleniyor bence. Yaptığımız şarkıların hiç birini başka müziklere benzetemiyor olmamız beni çok gururlandırıyor.
Kültürün dönüşümü ve siber çağa girilmesiyle birlikte müzikte de önemli dönüşümler yaşandığı görülüyor. Sizce geleceğin müziği sound olarak neye yakın olacak.
Kural dışı olacağı kesin. Günün sonunda içinden gelen müziği yapan insanlar daha çok anlaşılacak diye düşünüyorum. Müzik çok katmanlı bir sanat dalı… Zaman geçtikçe daha çok derinleşen ve boyut kazanan müziklere kavuşuyoruz. Muhtemelen gelecekte dinlediğimiz tüm müzikler bu yönde evrim geçirecek. Keza bu evrimin başladığını düşünüyorum.
Çalışmalarınızı yurt dışına taşımayı düşünüyor musunuz. Ya da şöyle soralım, yaptığınız müzik sizce Türkiye’de ne oranda karşılık görüyor.
Açıkca söylemek gerekirse kendimizi burada yaşayan yabancılar gibi hissediyoruz çok uzun zamandır. Biz daha yolun çok başındayız. Türkiye için anlaşılması zor bir müzik yapıyoruz, bunun farkındayız. Ama çok güzel kavuşmalar yaşıyoruz. Tahmin ettiğimizden daha çok insana ulaşıyor müziğimiz… Bu gerçekten çok umutlandırıcı. Derdi olan tüm şarkılar dinleyicisini buluyor bir şekilde bu yüzden üretmeye devam, gerisi teferruat.
Grup dönemi boyunca ürettiğiniz şarkılar arasında sizin için en özel olanı nedir, ortaya çıkış öyküsünü paylaşmak ister misiniz
Bu zor bir soru… Ama galiba ”Dünya” derdim. Çünkü, benim çok eskiden yazdığım bir şarkı ilk kez Güven’in altyapısına tam oldu. Daha yeni tanıştığımız dönemlerdi.
İstesek bu kadar denk gelmezdi. Denk geldiğini düşünmüyorum bu arada… Bu Kozmik bir güç. İlk hayal bebeğimiz. Doğuşunu ve büyümesini izlemek çok zevkliydi. Birlikte daha nicelerini yapacağımıza verilmiş gizli bir söz gibi.
Beat sözcüğü yapısı gereği The Beatles’ın isminin ortaya çıkışında bile ilham kaynağı olmuştur. Sizin için Beat neyi ifade ediyor.
Müziğin kaynağı… Sözün ilk aşkı
Günümüzün toplumunda müziğin bir var olma biçimi olduğu kesin. Peki içinde bulunduğumuz karamsarlık sizce müziğe nasıl yansıdı?
Üretim çoğu kişide değişik çalışsan bir süreç olsa da aslında yoğun duygulardan beslenmesi, çoğu kişide ortak özelliktir sanırım. Bu nedenle yoğun hüzün veya negatif yüklü duyguların üreticilerde sanki bir itici gücü oluyor. Rönesans da bir sürecin sonudur, günümüzde de bu böyle olacaktır. Yapılan işlerdeki kalitenin arttığını düşünüyoruz. Kötü olanlar zaten belirli seviyenin altında uzun zamandır. Sıkışmak patlamanın bir önceki adımıysa bu kadar sıkıştırma beraberinde bir patlama doğuracaktır. Bizim bombamız da, silahımız da, gazımız da müzik.
Klip çalışmalarınızın teatral bir yapısı var. Bir filmde yer almayı hiç düşündünüz mü?
Çocukluğumdan beri tiyatro hayatımın bir parçasıydı. Şimdi bu yönümü müzikle birleştirebilmek çok hoşuma gidiyor. Oyunculuk da müzik kadar sihirli bir sanat dalı…
Elbette sinema filmlerinde oynamak isterim. Zamanı geldiğinde eksik parçalar birbirini buluyor bir şekilde. Onun da zamanı gelecektir…
İstanbul sizin için ne ifade ediyor. Taksim ve Kadıköy’deki müzik çevrelerinin son durumunu nasıl buluyorsunuz?
İstanbul doğup büyüdüğümüz yer. Evimiz burası, şimdi İstanbul’da olmak vardı anasını satayım dedirten yer. Değerini bilsek. Taksim’de oturuyoruz ve gençliğimizdeki çeşitliliğin kalmadığını söyleyebiliriz. Kadıköy’de doğup büyüdük ikimiz de, bu nedenle Kadıköy her zaman mahallemiz bizim için. Kadıköy’deki çeşitlilik çok sevindirici. Her şeyin güzel olması birer birer hepimizin elinde.
Bar konserleri mi sizi daha çok heyecanlandırır yoksa festival konserleri mi ya da bir evde tek başına çalmak mı?
Aslında bu konuda bir ayrım yapmak zor. Ama sanırım festival konserlerini ayrı tutmak zorundayım
Başka müziklerin başka renklerin bir arada aynı hissi paylaşma duygusunu bir tek festivallerde yaşama şansımız oluyor çünkü. Sokakta, barda, festivalde çalmak, hepsi bir bütünün başka parçaları. Müziği paylaşmanın her hali enfes bir duygu. Hepsinin de başka tadı var. İnsanlarla göz teması kurabildiğin her an kendi içinde sihirli oluyor.
Evde tek başına müzik yapmak o bir ibadet gibi aslında.Farklı bir trans hali. Başka ruh halleri hep. Beni bir seçim yapmaya zorlama lütfen
Gökyüzü bizden hep, umudumuz da sevginin kazanacağından yana!