BEL SOĞUKLUĞU
Daha önce denk gelmediğim güzellikte bir kadındı; Ceren. 1.70 boylarında, 55 kilo civarında, uzun kıvırcık sarı saçları, masmavi gözleri, kalın dudakları ve diri bir vücudu vardı. 25 yaşında bir alkolikti de aynı zamanda.
İnsanın şansına ve doğanın kurallarına bile ters düşecek güzellikte bir kadındı ve benim yanımdaydı. Kadınlar konusunda hep şanslı olmuştum. Nasıl olduğunu bilmiyorum. Beni tanıyan bütün kadınlar, benim mükemmel olduğumdan bahsederler. O kadar yakışıklı bir adam olmadığımı biliyorum ama mükemmellikten kasıtlarının bu olmadığını da biliyorum. Maupassant’ın da dediği gibi: ‘’Kadınların gözleri keskin, zekaları uyanık, düşünceleri vesveseli olur.’’ Sizi nasıl gördüklerini, hayatlarında nereye koyduklarını ve sizin hakkınızda neler düşündüklerini asla bilemesiniz.
Ceren ile Kadıköy’ün izbe barlarından birinde oturmuş, içiyor ve laflıyorduk. Daha doğrusu o konuşuyordu bende cevap veriyordum. Kısa cevaplar veriyordum genelde ama yine de konuşuyor ve sürekli konuşacak bir konu buluyordu. Aslında rahatsız değildim o kadar. Bana katlanabilen, güzel ve içmeyi seven bir kadındı, daha ne isteyebilirdim ki.
Aklımda garip düşünceler dolanıyordu. Sosisli hamburgerin içine turşu koymayı hangi midesizin icat ettiğini, tükenmez kalemlerin tükenmesine rağmen neden böyle bir isimlerinin olduğunu, Genet’in neden hırsızlık yaptığını ve neler çaldığını, Shakespeare’nin tefecilik yaparken siyah takım elbiseli fedaileri olup olmadığını, bir roman yazmaya ne zaman cesaret edebileceğimi falan düşünüyordum.
‘’Öyle değil mi?’’
Ceren kolumdan çekiştirerek, yüzünü yüzüme yaklaştırmış, bana soran gözlerle bakıyordu.
‘’He, efendim, duymadım seni,’’ dedim.
‘’Aklın nerde senin?’’
‘’Shakespeare’in tefecilik yaparken takım elbiseli fedailerinin olup olmadığını düşünüyordum.’’
‘’Ne düşünüyordun?’’
Yüzü çok garip bir hal almıştı. Öylece gözlerime bakıyor ve büyük ihtimalle benim deli olduğumu düşünüyordu. Ben cevap vermeyince birkaç defa kafasını salladı ve bu, iri memelerinin sallanmasına neden oldu.
‘’Boşver,’’ dedim, ‘’Sen ne demiştin?’’
‘’Ben çok şey söyledim, en son da, bende, otelden daha rahat ederiz demiştim.’’
‘’Sana mı gideceğiz?’’
‘’Şu fedailerden aklını alabilirsen,’’ dedi, ’’gideriz…’’
‘’Olur, gideriz…’’
Bir süre ikimizde sessizce birbirimizi izledik. Birer yudum bira içtik. Ceren tekrar yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Ağzını ağzıma dayadı. Dilini ağzıma sokup, muhteşem bir öpücük verdi bana. Ben kızın beline attım elimi, o ise elini saçlarımın arasında dolaştırıyor ve ensemi okşuyordu. Gözleri kapalıydı, bense onu izliyordum. Bu mesafeden bile mükemmel gözüküyordu. Beyaz pürüzsüz yüzü, nedenini bilmediğim bir biçimde bana, C.J. Vernet’in, Rochelle Limanı adlı tablosunu hatırlatıyordu. Kaşları, tablodaki 5 kuşa çok benziyordu, alnı tıpkı o güneşin batışıydı.
‘’Birer tane daha alır mıydınız?’’
Sakallarından yüzü gözükmeyen garsonun sorusuyla ayrıldık. Adama baktım.
‘’Ver iki tane daha,’’ dedim.
Adam boş bardaklarımızı alıp, arkasını dönerek, uzaklaştı masamızdan. Ben arkasından bakıp, içimden sövdüm. Kıza baktığım da, yüzündeki o mahcup ve müşfik gülümsemeyi gördüm.
‘’Orospu çocuğu,’’ dedim kıza, garsonu kastederek.
Küçük bir kahkaha atıp, eliyle sarı saçlarını kulağının arkasına attı.
Biralarımız geldikten sonra, birer sigara yaktık. Sessizliğimiz devam ediyordu.
‘’Af edersin, tuvalete gitmem lazım,’’ dedim.
‘’Tabii…’’
Tuvaletten geldikten sonra kızın yüzü asık bir haldeydi ve bardağındaki birayı bitirmişti. Bir şeyler olduğunu sezinliyordum. Bir şeylerin yolunda gitmediği belliydi. Yerime oturdum ve bir şey sormadım. Kızın gözleri dolu dolu olmuştu. Ağlamaklı ve korkmuş bir hali vardı. Bana bakıyor ve kaşları oynuyordu. Güzel mavi gözleri sulanmıştı. Ellerini dizime koydu. Elleri buz gibiydi ve titriyordu.
‘’Neler oluyor?’’ diye sordum sonunda.
‘’Şey…’’
‘’Hadi söyle…’’
‘’Sen tuvaletteyken, senden önce birlikte olduğum adam aradı.’’
‘’Ona mı gitmek istiyorsun, sorun değil benim için,’’ dedim.
‘’Yo, öyle değil…’’
‘’Nasıl peki?’’
‘’Şey, nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum aslında…’’
‘’Hadi, geveleme, anlat.’’
‘’Peki. Şu an hastanedeymiş, daha doğrusu hastaneden çıkmış eve gidiyormuş…’’
‘’Ee…’’
‘’Bel soğukluğu…’’
‘’Bel soğukluğu mu?’’
‘’Evet, en son bir hafta önce beraber olmuştuk ve benden sonra birisiyle beraber olmamış ve benden bulaştığını söylüyor. Tedavisi varmış ama kendisini hasta ettiğim için benden nefret ediyormuş.
‘’Haklı…’’
‘’Çok moralim bozuldu, hadi kalkalım buradan, bana gidelim.’’
‘’Evet, kalkalım, sen evine git bende evime gideyim.’’
‘’Gelmek istemiyor musun?’’
‘’Hastasın. Bu riske girmemi beklemiyorsun herhalde değil mi?’’ diye sordum.
‘’Prezervatif kullanırsın, olmaz mı?’’
‘’Boş versene…’’
‘’Tamam, sen git, ben burada devam edeceğim…’’
‘’Peki…’’
Kalkıp, ceketimi giydim. Kapıya yürüdüm. Arkamı döndüğümde yarım kalan biramı içtiğini gördüm.
Arkamda bırakmam gereken harikulade vücuda son bir kez daha baktım ve şansıma küfrettim. Sonra bunu hatunla yatmadan önce öğrendiğim için de dua ettim. Kaybettiğiniz bir şey, daha fazlasını kaybetmemenizi sağlayabiliyordu bazen. Yine de… neyse…