Pablo Nouvelle- Ave kulağımda. Burayı her yürüdüğümde- sadece gündüzleri- geçtiğim yol üzerindeyim şimdi. Terastan gördüğüm ürkütücü dağın eteklerine doğru bir çizgi üzerinden hareket edecek ve aynı yolu takip ederek geri döneceğim.
Müziği hissediyorum; insan, bedenin içine girmiş gibi hissediyor kendini; şimdi uçuyorum, DNA zincirlerinin arasında karahindiba çiçeğinin dışa üflemek yerine içe çekilen bir tohumu gibiyim, sakince dolaşıyor; varoluşa yutulmuş bir yıldız tozu, evrenin boşluğuna sürüklenmiş bir parça göktaşı gibi sadece var olduğumu duyumsuyorum.
Sessizliğin sesi bana yaşamın bir parçası olduğumu derinden hissettiriyor. Bu anki yolculuk da öylesi bir şey; yaşamın ilk anında var olmak gibi, kimse yok ve ben bir bedene sahip olduğumu veya ait olduğumu bile bilmiyorum. Sadece bir üflemenin dışa ve içe hareketiyim; bir içeri, bir dışarı, bir içeri, bir dışarı. Sonsuza kadar; bir son var mı, bunu da bilmiyorum. Bu anda bulunduğumun dışında bir hafızam yok; geçmişi düşünemiyorum, gelecekle ilgili bir düşünce hiç belirmemiş kafamda. Sadece biliyorum ki bir his oluyorum; beni var eden bir his. Beni canlı hissettiren tek şey; his olmak.
Bir gün bitecek miyim? Bir beden bittiğinde hayır, yaşam her şey için bittiğinde belki, emin değilim. Çünkü ben var olmak dışında hiçbir şeyi bilemiyorum.
Kuytu bir ormanın içerisindeyim. Ormana ait tek duyduğum şey sessizlik; hiçbir doğa unsuru kendini belli etmiyor; yapraklar hışırdamıyor, rüzgar uğuldamıyor, kurtlar ulumuyor, domuz sürüsünün bir yerlerden geçen ayak sesleri yok.
Derin bir sükunet bedenimi kaplamış, bir tek kişinin ayak seslerini duyuyorum; ormanda, karanlıkta yalnız başına, kendinden emin yürüyen bir kadının. Nereye ve neden gittiğini biliyor; sorsalar yüzeye ulaşamayacak derinlikte bir neden bu, paylaşılamıyor sözcüklerle, kalpten kalbe aktarılabilen bir anlam yükü. Ama biliniyor soran ve cevaplayan tarafından; kendisi tarafından.
Yürümeye devam ediyorum, karanlık ve ormanın yalnızlığı beni ürkütmüyor. Bastığım her bir zeminin, attığım her bir adımın anlamını birbiri ile bağdaştırıyorum. Anlam yüklü basamaklar çıkıyor ortaya; bilerek gidilen bir bilinmezlik.
Ormanın tehlikeli olabileceği söylenen kısmına çok az bir mesafe kaldı. Çok yavaş yürüdüğümü farkederek bu serüveni biraz daha hızlandırmak için adımlarımı sıklaştırıyorum. Sakince o bölgeden geçmek için derin bir nefes alıyor ve sonra oraya sapan yola kıvrılıyorum. Şimdi içimde daha fazla heyecan var; “huuuuh.” diyerek haykırmak geliyor içimden, tutamıyorum. “Huuuuuh.” Koşmaya başlıyorum aynı anda; korkudan değil, sevinçten. İçim içime sığmıyor. Kalbim anlayamadığım bir mutluluktan patlayacak gibi; duygunun hacmi kalbiminkinden fazla geliyor. Döne döne dans ediyorum, burada olmak, ormanda, bu kuytuda, karanlıkta, yaşamak, var olmak, nefes almak, nefes olmak. “Huuuuuh.”
Orman bana saygı duyuyor; ormandaki her şey, her varlık, karanlık bana sevgiyle bakıyor. Çünkü var olmak nedir, çok iyi biliyorlar. Bu hissi onlar bana yüklüyorlar; yaşamın kendisiyle bütün olma hissi hep birlikte duyumsadığımız bir şey. Yaşam ve varlık; dağ ve orman, gökyüzü ve kuşlar, su ve balıklar, soğuk ve ferahlık, ateş ve sıcaklık, karanlık ve heyecan, güneş ve sevinç…
Yaşam ve varlık; birbirini besleyen bir bütünlük yolculuğu.
Beden ve ruh, iyi ki varlar.