Parmak uçlarına değince ikiz parklar gibi oluyorum. Ah senin şu yaprak olmaklığın. Ne ki bu ellerin. Ellerin kaburgamın altında ki kilise. Bir dua odası şapel. Bohem yalnızlığımızda boğuldugumuz günler-ki hatırlamayız hiç- . Vazoda balık, akvaryumda çiçek. Kan kırmızısı gözlerim mi amcamın kızıl sakalları mı? Mükemmilliyetçi Yozgat dükünün yaptığı cover albüm belki. Belki de beğendiğin için güzel olan her şey. Sanki her şeye geç kalmışız da zamanında geldi yazılmışız gibi bir hayat. Ya da bok böceğinin hayatına yüklenmiş bok gibi bir misyon. Yüce vizyonsuzluğumuz veya. Şüphesiz olan nedir? Şüphesiz olan hayatın yol hikayesidir. Bardağa dolu tarafından bakmak mı bardağın hiç olmayışı mı? Bardağın cam oluşundan kırılışı mı? Göz göze geldiğimizde tekelleşmeye varan aşkımdan daha kamusal bir kent imgesi varsa o da içinde atlıkarıncaların olduğu parklardır. Ah benim şu parklar olmaklığım, senin kelebek kırıklığın. Bir padişahın atlıkarıncanın eğerine düz taban ayaklarını simetrik şekilde yatırıp güney denizlerine doğru yola çıktığı yerdeyim. Oysa atlıkarınca bir gece vakti çıkıp şehri dolaşmak istiyordu valide-i atik çıkmazından bu yana. Anlamadık. Ağlasaydık, otururduk. Peki ya hayal neymiş? Rüya nedir? Bilemezsin ya özlemindendir. Geriye yaşlı kadının uzanıp alamadığı mavi kumaş, sert ünsüzleri yumuşatan sesin. Dua eden bir keşişin geriye kalan detone olmuş sesi veya arenaya çıkmış kör bir savaşçının inancında arıyorum hala –seni- Televizyon okuyan, kitap dinleyen, müzik izleyen bir gladyatörüm şimdi adsız bir anonymity. Duvarlar kulağıma fısıldıyor, çayın ilk yudumuyla yumuşatmak istediğim adının ilk harflerini. Duvarlara çizilmiş içinden ok geçen kalbi düşle, üstelik uç kısmında ben varken ne kadar karavana olabilir. Saçlarımı hala ablam tarar, potinlerimi ters giyerim. Çocukluğumdan kalma küçük alışkanlıklar. Ama bu toplu taşıma alternatiflerinin çok olduğu bu kentte sana dair bir şeyler bulamadığım anlamına gelmeyebilir. Sığ harflerle sesleniyorum sana, seni anlatacak kadar saf harflere rastlayamadığımdan parklara gidiyorum ve annem bull teriyer cinsi bir köpek almış oluyor. Korkuyorum. Gözlerim bin yaşında. Kayıp ülkenin kızı uyur ben kaybolmaya çıkarım. Bilinen ise çok farklı. Ben pembe tüfekli bir süvari, sense bin asır uzakta alamut. Yıllardan bir ekinoks asrıydı ama sen yine de bana olma eylemi. Budhaya ve Da okunuyor, ayı sermaye edinmiş ben, ben sana olduğumla bir bankta. Bankta beklemek. Ki beklemek şehirler arası otobüs terminallerinde aç karna içilen bayat çayın verdiği kusmak hissi. Ama yine de ben hala sana olduğumla Mağribin isini dökerken entarinin ucuna, çiğ ellerim tütün sarmış oluyor. Ki bu eller, ellerinden sessizce çekilebilsin diye bağrında ahlaki cüzzam kolonisi dolu bir hiçtir. Şimdi kozmosu yırtıp misinalı ellerimle yıldız uçurma vakt-i coğrafyalarına, manzaralar fuşyaya boyanırken.
çağrılmayan bekir.