28.9 C
Singapore
Saturday, January 4, 2025

Dönencede Sayhalar: Aralık – 2024

Wilhelm Kotarbiński – Tomb of a Suicide – 1900

Birkaç gündür uyumak eyleminin aslında sırtımda bir külfet olduğunu, saatler ilerledikçe uyku ile aramda ilk bakışta sezilmeyen gizli bir mücadele başladığını duyumsuyorum. Aynı uykuları uyuyup, aynı sabahlara uyanmak. Aynı yastıkta bilmem kaç bininci kez aynı düşüncenin içinde yitip gitmek. Kalkıp bir sigara yakmak, birkaç yudum su içmek, saatlerin ilerliyor olmasından duyulan tedirginlikle yeniden başını yastığa koymak. Uyuyamamak ve nihayetinde uyumak. Bulunup bulunup her defasında yeniden kaybolmak. Rüyalar. Rüyalarda görülen yüksek, kurak, sıcak dağlar. Bu dağların yamaçlarının uzandığı lacivert deniz. Doğan gün ve ağır bir taşı yerinden kaldırmaya benzeyen berbat bir his: Başımın yastıktan ayrılması.

*

İnsanın kendi elleriyle çetin savaşlar vererek sağladığı tüm dengesinin birdenbire yitmesi için tasarlanmış günler vardır. O günlerde birbiri ardınca gelen telefonların, çalan kapı zillerinin muhatabı olursunuz. Sarsılır dünyanız. Kurulan bir cümle, bir bakış, bir ima, hatta masum bir sevgi belirtisi bile sizi allak bullak etmeye yeter. Kendi içinizin sükûnetine kavuşmak için bir odada başınızı ellerinizin arasına alıp oturmaktan başka çareniz yoktur. Her histen muaf olmak, yalnızca bir nesneye dönüşmek istersiniz.

*

Elde kalan şu yaşama bakışı değiştirecek kırılma noktaları üzerine düşünmek zorundayım. Evet, bir zorunluluk bu. İyi de olsa, kötü de olsa tedbirli olmamızı gerektiren, bizi bir daha asla eskisi gibi kılmayacak olan o büyülü anlar… Bir felaketin eşiği. Bir güzel haberin bizi bulması. Saniyelerle hatta saliselerle ölçülen bir zaman diliminde gerçekleşen bir olay. Bambaşka bir dünyaya gözlerimizin açıldığı bambaşka bir durum. İnsanın ne denli hassas bir dengenin üzerinde bulunduğunu keşfetmenin hayretini yaşamamak mümkün değil bu kırılma noktalarında.

*

İçinde binlerce düğüm olan, karmakarışık birileri ve onlar gibi olan niceleri. Bir adım sonrasını düşünmekten, o adımı atmaya mecali kalmamışlarla dolu dünyamız.

*

Camekan içinde öylece duran eski kadehlere takılıyor gözüm. Her birinin ansızın patlayıp tuz buz olacağına dair bir vehim var içimde. Bir şeylerin sabit kalması beni tedirgin etmeye yetiyor. Bir kapının kapanışı, bir şarkının başlangıcı, ansızın seslenilen adım. Tedirginlik halinde süren yaşamak bu…

Zehirli bir sarmaşık gibi etrafımı saran zaman, maskelerin ardına gizlenmiş yüzler, hep daha öfkeli kelimelerle bilenmiş yargılar, aralanan perdeler, kolayca söylenen yalanlar.

Çamurlu ayakkabılarımla kaçıncı kez geçtim bu yollardan? Kaybolmaktan korkmasam da, bulunmaktan korktuğum oldu.

*

Akşam vakti vitrin ışıklarından sakındım onu. Çünkü o, gözbebeklerimde ebedi uykusuna yatmış, geçmiş bir zaman dilimiydi. -Hayal mi? – Saçımı karıştıran rüzgarın, toprağı da karıştırdığı gerçeğinden habersiz kıldım onu. Tabiatla benzerliklerimizi sakladım. Ağrılı bir kış mevsiminde, karanlık evlerde yanan mumların ışığından, derin bir iç çekişten sonra ciğerimden kopup gelen sıcak nefesten, dağ başlarında uluyan kurtlardan, fosforlu bulutlar ardına gizlenmiş yıldızlardan haberi olmadı hiç. Gece vakti bir yolcunun korkusunu da yaşatmadım ona. Onun, aydınlık sabahlara aşina gövdesine güneş doldurmaktan başka elimden ne gelebilirdi?

*

Üzerine ya birkaç kere yazdığım ya da bir yerlerde kimi zaman bahsettiğim mesele: Geleneği savunmak!

Bugünlerde -geç kalmış- bir kabuk değişiminin tecellisi olarak şöyle düşünüyorum: “Gelenek, kendisine bahşedilen o haşmetli ulviliklerin -ya da ulvilik dahi değil, normların- içinde savunulmaya bu kadar muhtaçsa; onun hakikatle bağının sahiciliğine nasıl inanabiliriz?

Gerçi geleneği savunmaya da gerek var mıdır? Bu da ayrı bir sual. Geleneği ulvilikten ayırdıktan sonra elimizde kalan, yalnızca insanlık tarihinin bilinmez şeylere duyduğu arzulardan ibaret yanılsamaları gibi geliyor bana.

*

Güzel bir şarkı dinlemek gibiydi.

Güzel bir şarkıyı, rezilce dinlemek gibiydi.

Sabahtı ve yağmur vardı,

Üstelik bu yağmur,

Hiç dinmeyecek gibiydi.

Issız caddede cumartesi gecesinin yorgunlukları bir bir önümden geçiyordu. Gece bitmemişti. Saatlere karşı kayıtsızdım. Beş dakika erken gitmenin ya da on dakika geç kalmanın bir ehemmiyeti yoktu. Yalnızca yağmurun içinde yürüyor ve bildiğim kadarıyla  “I Know It’s Over“ı mırıldanıyordum. Çünkü hayat yalnızca bir geceden ibaret olsaydı, o gecenin şarkısı kesinlikle bu şarkı olurdu…

Cause tonight is just like any other night

Ben kendi dünyamın içinde kıvranıp duruyordum.

Kendime ait çaresizlikler yaratmıştım.

Yalnızca benim bildiğim çıkmazlarım vardı.

Boğuşuyordum.

Kendi gölgesine sataşan ve sonra onunla boğuşan bir sarhoş gibiydim 

Büyük talihsizliklerimin ortasında yapayalnızdım. Güzel bir şarkıyı rezilce dinliyordum işte.

Başka bir hayatın kendisiyle en ufak bir tedirginlik duymadan göz göze gelmek. Umut etmek ve tebessümle uğurlamak onu.

Başka bir hayatı ve sonra başka bir hayatı daha…

İki ayaklı hayatları bir bir uğurlamak…

Huzur dolu selamlaşmaların sonrasında herkes kendi cehennemine dönmeli..

*

Martılar sürüler halinde mi uçar ve konarlar? Güneşli bir günde kıyıdaki kayalıkların üzerinde duran martıları izliyorum. Birkaçı suya girip yeniden kayaların üzerine çıkıyor. Bir ara aralarından biri bir çığlık koparıyor, diğerleri de eşlik ediyor ve eğer bu bir martı sürüsüyse, liderleri olduğunu farz ettiğim iri kanatlı bir martı zarif başını göğe kaldırıp yarı açık gagasıyla onlara susmalarını söylüyor.

Martılar sürüler halinde mi uçar ve konarlar? Bu soruyu sevdim. Cevabını merak etmiyorum. Kendini gözlemim diğer nesnel cevaplardan daha ilgi çekici geliyor bana. Kumlardan yükselen nemli iyot kokusunu duya duya karşı kıyılara dalıyorum. Güneş tepede ama ısıtmıyor. Soğuk bir poyrazla irkiliyorum. Dalgaların her salınışında zihnimdeki soruya dönüyorum. Martılar havalanıyor ve neredeyse her biri farklı bir tarafa kanat çırpıyor.

*

Başkalarının da paydaşı olduğu bir yaşam biçiminin ateşli taraftarı olmanın yanılgısı… Çevresine bir koza misâli yalnızca kendisine ait bir dünya örme yetilerinden mahrum kalmış ya da bırakılmış her insan, mutlaka tasarlanmış bir yaşam biçiminin ateşli taraftarı olur. Mutlak gerçektir bu. Oysa insana akışkan olmak, deneyimlemek ve geride bırakıp ilerlemek daha yakışıkalır gibi geliyor bana. Bu her ne kadar temelsiz ve köksüz görünse de, doğal olanın bu olduğuna inanıyorum.

*

Su birikintilerine basmadan, koşar adım geçmek sokağı ve sonra bir bakışta kurtuluş hissini veren başka bir sokağa dalıvermek. Işıkları sönmüş apartman cephelerinin başbaşa vermesiyle gökyüzünün kapandığı bir sokak olsa da, kurtuluşa inanmak orada.

Başım öne düşer ve bana dair pay edilen hakikat biter. Söylediğim her cümlenin yarıda kalmasının gizli hazzı da böyle bir şeydir. Hakikati bitirmek ve kurtuluşu en imkansız yerlerde aramak. Daha önce buna benzer şeyler söylemiş olmalıyım.

*

Yarın, beyaz örtüler içinde, solgun yüzlerimizi buruşmuş ellerimizle kapatarak, geçmiş zamana ya da kendi hayatımıza dair masallar dinleyeceğiz. Ağlayacağız. Başkalarının pişmanlıklarından beslendiğimiz gelecek aklımıza. Toz duman içinde, topraktaki izleri takip ederek ulaşacağız kendimize.

Çünkü yıllarca sürmüş bir kış mevsiminden sonra buralarda yürümüş, bu yol üzerinden yine kendimize varmıştık. Güneşin ince tenimizi yaktığıı günlerden bir gündü. Kahkahalar zehirli bir sarmaşık, dolanıp dururdu etrafımızda. Yıpranmış bankakatik düğmelerinin, otomobil çığlıklarının ve bolca sarf edilen kelimelerin içinden geldik kendimize. Ama kaybettiğimiz biz değildik hiç bir zaman, kaybettiğimizi bulmadık biz, kaybettik sandığımızı bir kez daha kaybetmek içindi her şey. Yaşamın bir görünüp, bir kaybolmak için kıpırdadığı o haz dolu aldatmacanın içindeydik. Tanıdığımız birini, bir sokağı, bir evi, aslında tanımamak ve hiç tanımamış olmak için çabalamaktan başka bir şey gelmiyordu elimizden. Geçmiş zamana dair aykırı bir oyundu bu. İnkar etmenin hürriyetini keşfediyorduk.

*

Şimdi taze yüzler görüyorum, ilgisizler geçmişe ait ne varsa. Bir harfin kıvrımına gizlenmiş o aykırı, o esrik yaratma tutkusu pek umurlarında değil artık. Bol güneş, bol ses ve bol kahkaha ortasında kendi geleceklerini imar ediyorlar.

*

Bilginin izole olması ve bilgisizlik olarak addedilen her şeyin sınırsız hürriyeti. Çelişki i örtük utancından böyle kurtuluyor artık.

*

İnayet beklediğimiz gecelerin ihtişamlı karanlığında öyle bir an gelir ki, aslında tüm inayetin bir saatçik uyumak olduğunu kavrarız.

*

28 Aralık

Bugün ömrümde bilmem kaçıncı kez “Bir Adam Yaratmak”ı izledim. Ömrümde bilmem kaç kez daha bu müthiş piyesi izleme fırsatım olur, bilmiyorum. Benim için daima özel, daima manalı. Sanat ve hakikat üzerine yazılmış en iyi piyes. Onun üzerin uzun ve teferruatlı bir inceleme eser kaleme alma hevesim hala sürüyor. Yazarken ilk perdeyi bitirdikten sonra verdiğim ara bugüne kadar uzandı. Bundan sonra yazabilir miyim acaba?

*

İçimize sivri pençeleriyle tutunan ve gittiğimiz her yere bizimle gelen boşluk duygusundan başka bir duygu var mı dünyada? Onu yalnızca karanlık gecelerimizden, esrik hallerimizden mesul tutsak da, aslında o bütün mevcudiyetin haklılığını kendisinde saklayan bir cevher. Mümkün olan yalnızca onunla var. Mümkün olmasına ihtimal verilmeyen ve hatta mantığa sığmayan her şey yine onda gizli.

*

Yalpalayan bir yıldız.

Mevsimlerden azade.

Yalnızca kendi sıcağında ısınan ve genişleyen dünyasından ve yalnızca kendi soğuğundan korkuyor.

Fizik kaideleri,

Yazılmış çizilmiş binlerce kurgu,

Tespit edilmiş sayısız tabiat olayı

Ve demirden kollarıyla savaşa uzanan nefretin ortasında yalpalıyor o.

Uzun hastane koridorları, floresanlar, sevgi dolu cümleler

Ve kopuk kopuk salınan insanî salgıların içinde,

Bir ölüm olacak.

Yalpalayan bir yıldız ölecek.

Yeryüzüne düşecek eski savaşçılar gibi.

Demirden zırhı,

Bilmem kaç darbeyle dövülmüş kılıcı,

Ve fosfor renkli teni,

Onu düşüşün şiddetiyle gömüldüğü toprağın içinden alıp,

Başka bir toprağa gömecekler.

Zaman ve mekan içinde sonsuzlukta yanıp sönen vakalardan bir vaka,

Ve eski kelimelerin,

Eski aynaların,

Eski günlerin üzerinde tüten bir duman olarak anılacak sadece.

Selimcan Yelseli
Selimcan Yelselihttp://selimcanyelseli.blogspot.com/
http://selimcanyelseli.blogspot.com/

Latest

Pitcairn Update (v2.1)

On the 5th of November 2024, exactly one year...

Navigating the Web3 Wave in Singapore

As the plane descended over the shimmering skyline of...

Dönencede Sayhalar: Kasım – 2024

Birbirine benzeyen ailelerde büyümüş, aynı yollardan geçmiş, aynı insanları...

Don't miss

Pitcairn Update (v2.1)

On the 5th of November 2024, exactly one year...

AdAstraa.Net Pitcairn (v2.1) Güncellemesi Başarıyla Tamamlandı

You can quickly translate the update announcement into your...

Adastraa.net – Pitcairn Update (v2.1) Announcement!

We're pleased to announce that a major website update,...

Embracing Mortality, Celebrating Life: “1001 Nights Project”

Embracing Mortality, Celebrating Life: "1001 Nights Project" Raffles Place, SINGAPORE We...

Ad Astra Manifestosu

Bu şiir, 26 Ağustos 2020 gecesi Twitter’da, #perasperaadastra hashtagi...

Dönencede Sayhalar: Kasım – 2024

Birbirine benzeyen ailelerde büyümüş, aynı yollardan geçmiş, aynı insanları sevmiş ve aynı şeylerden nefret etmiş gibiyiz. Karanlıklarımız farklı bir tek. Her şey aynı olsa...

Dönencede Sayhalar: Ekim / 2024

Kendi çevremde de insan kötülüğe meyillidir derim hep ama her seferinde kötülüğün bu kadar gerçek, bu kadar esrik ve bu kadar uçsuz olduğuna şahit...

Dönencede Sayhalar: Eylül – 2024

Sabahlar serin artık. Bulutlar hiç olmadıkları kadar ağır. Çiçekler eskisi kadar gürbüz ve coşkun bir tazelikle baş vermiyorlar topraktan. Renklerin üzerine buğulu, şeffaf bir...

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here