25.5 C
Singapore
Friday, December 20, 2024

Dönencede Sayhalar: Şubat – 2024

Melankoli’yi okuyorum, Borgna’nın o güzel eserini. Melankolinin, incecik bacakları kımıl kımıl, parlak sırtlı ihtiyar bir örümcek tarafından huşuyla hayatın kuytularına örüldüğünü duyumsuyorum.


*


Başımı ağrılardan kurtarıp, az da olsa baharın sıcaklığını müjdeleyen güneşli havanın ve şehrin içine bıraktım kendimi.
Eskisi gibi ince sızılarım ve bereketli yalnızlıklarımla ellerim cebimde yürüdüm bir müddet. Görkemli bir bulut dağın hemen üzerinde, kendisine münhasır hafif cüssesiyle kuruluyor, eski mahallelerin, zarif parmaklar gibi uzanmış sokaklarına gümüş bir yüzük misali itinayla iliştirilmiş kubbeler gözümü alıyor, kediler minik adımlarıyla bir görünüp bir kayboluyordu.
Susayarak uyandığım, başımda kıyamet gibi gümbürdeyen ve göğsümün içinde büyük bir külfet hissettiğim sabahlardan daha hafif bir sabah içinde yürüyordum.


*


Bilim adamları, kötü anıların beyinden silinebileceğini duyurmuş. Bu koskoca bir dünya edebiyatının ıskartaya çıkması demek.


*


Birinin bir daha olmayacak olmasına üzülememeye üzülmenin, vicdanın ortasında çarpan şiddetli nabzında neler gizli?


*


Musa’ya benzeyen bir heykel gibi duruyordu. Mütereddit ve heybetli. Kızgın kanatlarıyla güneşe doğru uçmakta garip bir yaşama hevesi bulan İkariusvari bir şey gibi de olabilirdi varlığı. Her an bir şeyler üzerine, mitolojik bir ibret olarak yaşayabilir, ya da tarihsel bir yalan üzerinde mutabık kalabilirdik onunla. Gaddar gözleri eski ölümler gibiydi.


*


Uyku ile uyanıklık arasında, denize açılan büyük bir balıkçı takası görüyorum. Vakitlerden sabah olduğunu anlıyorum. Çünkü doğudan yükselmiş güneş, denizin ortasında tuzlu esintilerin dokunduğu tenleri yakmaya hazırlanıyor… Şimdi zihnimdeki balıkçı takası, denizde kesik kesik ve acele seslerle ilerledikçe kollarımdan yüzüme yayılan sıcak bir nefes hissediyorum. Ellerim uyuşmuş bir halde uyanıyorum.
Uyku ile uyanıklık arasında, incecik bir örümceği balkon kapısı mı, yoksa pencere mi olduğunu anlamadığım bir çerçeveye doğru ayağımın ucuyla itiyorum. Çırpınıyor, iğreniyorum. Gözlerimi açtığımda odamın karanlık olduğunu görüyorum.

*


Otobüs camlarından akan manzarada gördüğüm; kahvehanelerde yıpranmış yüzlü adamlar ve bir bayide sıralanmış gazetelerden birinin manşeti: “Kuru pilava hasret kaldık…”
Bulutlu bir günün ortasında ışıksız apartman katları, trafik ışıkları, izbe dükkanlar. Çamurlu birikintiler, parmak boğumları kir tutmuş çocuklar.
Nereye gidiyoruz?
Bilinmeyen, bilinmeyecek ve her daim bilinmez kalacak bir yere…
Bunlar söylenen ve söylenecek şeyler!
Kemiklerimizdeki dirayet, gözümüzdeki ışık, damağımızdaki tat, sesimizdeki tını… Her şey yalnız bir yere, sadece bir yere akıyor.
Büyük bir camdan bakarak, hangi mecburi yüklerle düşmüş omuzlarımızın ortasındaki başı ebediyete çeviriyor, hangi güzel rüyayı göreceğimize boş yere inanıyoruz?


*


Rastlamak, caddelerin birinde rastlamak kendimize ve iki yakasına yapışıp akıbetimizi sormak. Ya da baş döndüren bir umursamazlık içinde, Hume’un azap verici bir hayat hakkında söylediklerine uyma arzusu.
Hangisi tercih edilmeli?
Ama insanı ensesinden tutup, sürükleye sürükleye zamanın önüne atan ve orada her şeyi perdesiz, tüm yalınlığıyla gösteren anlık mutluluklar da var. Yaşamı sürdüren şeyler bunlar.
Pencerelerden metal renginde bir gün ışığı sızarken, uyumak için uyandığımı hatırlıyorum. Her nedense uyumaktan vazgeçip dışarı çıkıyorum. Caddelerin birinde kendime rastlamak için Hume’un buyruklarına uymadığımı düşünüyorum.


*


Günümüzde son derece romantik bir felsefî moda hüküm sürüyor. Yani bir nevi “atı döverlerken Nietzsche ağladı” edebiyatı.


*


İnsanlık eşitsizlikle mücadele etmenin yolunu her şeyi çeşitlendirmekte buldu. Bir bilboardtaki manken, bir markanın ledlerle aydınlanan ana binasının cephesi, bir telefon modelinin kendisi ve muadilleri, ifade biçimlerinin sınırsızlığı, diplomatik ilişkilerin tekdüzeliğj, felaketlerin her daim başkalarında vücut bulan gerçekliği. Başkalarının başına gelenler, başkaları tarafından çeşitlendirilen ve başkaları tarafından yaşanılan şeylerin sonradan eklenmiş birer parçasıyız ve biz olmasak da bu olaylar silsilesi devam edebilir.


*

Cam kırıkları gibi bir yağmur. Silinmiş yüzlerin, çarşıların ve çardakların arasından deri ceketimdeki yağmur damlalarını silkelemeden ilerliyorum.


*


Yaşamak kutsal bir şey olsaydı, onu örselememek için yaşamamayı tercih ederdik.


*


Bazı kelimeleri hala çocuk gibi telaffuz ediyor. Bu, bazı insanların anlık bir dalgınlıkla geçmişe duydukları özlemden başka ne olabilir?
Fakat bu da büsbütün doğru değil. Bazı insanlar geçmişe düşmanca bir tavır takınırlar. Bir de unutulmayacağı söylense de, bazı insanların aklından çabucak çıkar geçmiş.Tamamlanmışlık hissi demirden pençeleriyle yakalar onları. Her şey bitmiştir artık.
Her şey bir çelişki halindedir. Her sorunun cevabı kaypak bir zeminde salınır durur ama elde edilemez.


*


Sıvası dökülmüş duvarlarda dolaşan ve sonra bir noktaya sabit kalarak, sessizlik içinde her şekil ve renkte bir doğumun sancısı misali büyüyen o ince ve soğuk teri hisseden göz.
Sızlayan şakaklar, göz kapaklarının içinde dolaşan ve insanı yaka paça uykunun dışına iten hayaller.
Bizi, düğümlenen bir ipi, ellerimizin taze eklemleriyle takip etmek ve sonra, sıvası dökülmüş duvarlar ortasında asla gelmeyecek olan bir zamanı beklemek yaşatıyor.


*


Durgun denizin birdenbire kudurmasıyla kumsaldaki köpeklerin ulumaya başlaması, yosunlu çakıllar, genizde büyüyen nemli ve ekşi tat. Ilık ve -nedense- köpüklü americano. Karşı kıyıları perdeleyen sis. Az önce Unomuno’nun trajediyi anlatan bir kitabını elimden bıraktım. Bal köpüğü iri bir çift gözün yansıdığı çelik sigara tabakamı yanıma aldım bir tek. Denizin böyle hırçınlaşması beni uzak bir yerlerdeki, belki uzak bir geçmişteki, o her birimizin aşina olduğu imkansızlık duygusuna çekiyordu.
Birkaç saat sonra sanki Pink Floyd’un “Terminal Frost” parçasını dinler gibi, farları yakılmış ve virajları temkinle alan bir otomobilin içinde, birer silüetten ibaret ormanların kuytularındaki ölümleri düşünerek, uzakta bir ışık birikintisi halini alan şehre dönüyordum.

Selimcan Yelseli
Selimcan Yelselihttp://selimcanyelseli.blogspot.com/
http://selimcanyelseli.blogspot.com/

Latest

Pitcairn Update (v2.1)

On the 5th of November 2024, exactly one year...

Navigating the Web3 Wave in Singapore

As the plane descended over the shimmering skyline of...

Dönencede Sayhalar: Kasım – 2024

Birbirine benzeyen ailelerde büyümüş, aynı yollardan geçmiş, aynı insanları...

Don't miss

Pitcairn Update (v2.1)

On the 5th of November 2024, exactly one year...

AdAstraa.Net Pitcairn (v2.1) Güncellemesi Başarıyla Tamamlandı

You can quickly translate the update announcement into your...

Adastraa.net – Pitcairn Update (v2.1) Announcement!

We're pleased to announce that a major website update,...

Embracing Mortality, Celebrating Life: “1001 Nights Project”

Embracing Mortality, Celebrating Life: "1001 Nights Project" Raffles Place, SINGAPORE We...

Ad Astra Manifestosu

Bu şiir, 26 Ağustos 2020 gecesi Twitter’da, #perasperaadastra hashtagi...

Dönencede Sayhalar: Kasım – 2024

Birbirine benzeyen ailelerde büyümüş, aynı yollardan geçmiş, aynı insanları sevmiş ve aynı şeylerden nefret etmiş gibiyiz. Karanlıklarımız farklı bir tek. Her şey aynı olsa...

Dönencede Sayhalar: Ekim / 2024

Kendi çevremde de insan kötülüğe meyillidir derim hep ama her seferinde kötülüğün bu kadar gerçek, bu kadar esrik ve bu kadar uçsuz olduğuna şahit...

Dönencede Sayhalar: Eylül – 2024

Sabahlar serin artık. Bulutlar hiç olmadıkları kadar ağır. Çiçekler eskisi kadar gürbüz ve coşkun bir tazelikle baş vermiyorlar topraktan. Renklerin üzerine buğulu, şeffaf bir...

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here