Bu sabah içtiği ilaç ve alkolün etkisiyle J. onu Kafka’nın böceği gibi hayal etmişti acaba onun öyle bir hayatı mı vardı da bu kadar gizem doluydu ya da Oğuz atayın Turgut’u gibi birden fazla kişiliği mi vardı ve J.nin bunu çözeceğini bildiğinden ondan kaçıyordu. Ya da Barthes’in Balzac’ı yerdiği gibi yerilmekten mi korkuyordu da gözler önünde bulunmuyordu. Hayır, o belki de Kerouac’un Yolda’sının beatanik kahramanıydı. Belki de başka hayatlarda bunların hepsiydi. Bir gece barda sarhoş olana kadar içmişti. Sonra karşısında tanıdık bir yabancı vardı. Kısa bir sohbetin ardından evet o sen’sin diye geçirdi içinden. Sonra sen diye bir şey kalmamıştı. Gürültülü bir şekilde dokunduğu hayatından sessizce vazgeçti. Beklemenin vermiş olduğu huzur yerini isyana bırakmıştı. Pink Floyd’un The Wall’unu mırıldanarak bir sigara yaktı.
J. Mistik konulara duyarlıydı bir gece uykusunda onu Jim’in mezarının başında bir yüzükle görmüştü ve sonrasında kaybolmuş ve arayış dolu aksiyonlu bir gece geçirmişti. Aylarca anlamını bulmak için çabalamıştı ama bir sonuca varamamıştı. Tam her şeyden vazgeçecekken başka bir mistik gece yaşıyordu ama bu arayış onu yormuştu. Bırakmak kendini asfalta atmak istiyordu. Suyun şekillerinden, rüyalardan, kitaplardan anlam çıkarmak istemiyordu artık. Ruhu gibi bedeni de onu terk etmeye başlamıştı. Beyni bile onu artık tanıyamıyor verdiği sinyalleri yanlış anlıyordu. İşte tam o noktada gerçekler yüzüne çarpmaya başlamıştı. Sancısız bir yaşantının özlemi bu defa kaplamıştı onu. Sancının onu yeterince olgunlaştırdığını düşünüyordu. Bir gün bir kitap okudu ve yazar “Hayatı intihar edecek kadar ciddiye almıyorum.” demişti. Ona sorulunca da “Aslında bedeni yoran bir sancı varsa olabilir.” demişti. Bu sözler zihninde ahenkle dans edip hücreleri gibi birbirine dolanmıştı. Geçtiği her yerde hasar bırakmıştı. Oysaki Orhan Pamuk”un “Bir gün bir kitap okudum, hayatım değişti.” Diye başlayan Yeni Hayat’ın kahramanı gibi hayatını değiştirmek isterdi. O da onun gibi kendini yola adamak isterdi. Aklına birden Allen Ginsberg’in şu dizeleri geçiverdi:
“Dalabilmek için evrenin her köşesine, hangi koşullar altında olursa olsun
Bir Evet, var… Bir Evet varım, yaşıyorum… Bir evet siz
Varsınız yaşıyorsunuz… Bir Biz
Bir biz
Ve bir Şu olmalı ve bir Onlar ve bir Cevapsız Şey
Borulardır o,
Multiple Scelorosis’dir o,
Umudum değildir o
Sonsuzluktaki ölüm değildir
Sözüme dikkat
Ruhu özgür bedeni tutsaktı.”
evet, ruhu özgür bedeni tutsaktı… Yazılar, tümceler, görüntüler silikleşmeye başlamıştı. Bazen düşlerinde tanımadığın biri sana elini uzatarak karanlık günlerin son bulacağını ve bizim yeniden doğacağımızı, özgürce ritimsiz dans edeceğimizi, şarkılarımızı bağıra çağıra haykıracağımızı fısıldar. Sonra tatlı bir gülümsemeyle tüm gününe yayılan düş sarhoşluğuyla dolaşıp durursun. Uyurken bile acı içinde kıvranan bedenler, unutulmuş ruhlar, inlemelerle kendini belli eden serzenişler ve sonra yok oluşlara bir daha derken birden bir tweet çıkar karşına ve umudunu korumaya devam edersin. Karanlık günlerin geride kalacağını ve bunların öylesine söylenmiş olan sözler olmadığını anlarsın.
Yeniden hissedebilme sırrı
İçten yoğun bir duygu
Bazen aşk bazen kitap bazen kurgu
Anlamlı sırıtma dürtüsü
Yorgun ruhların çalgısı
Ona çıkan her varoluş ve yok oluş
Her arayışının sonu kayboluş da hiçlik olmuştu. Onun da kendisini aramasını istiyordu ama gerçek şu idi asla onu tanıyamazdı kimse acılarını mutluluklarını sancılarını bilmiyordu. J.yi tanıyan hiç kimse yoktu gerçek J. kimdi her ne kadar merak edilse de onunla zaman geçirilse de kimse J.yi anlayıp çözememişti. Bazen çok özgüvenli bazen çok içe dönük bazen çok akılcı bazen aptal bazen masum bazen şeytan idi. Kırgın, yenik, parçalanmış kişilikler onun kurgu evreninin temel karakterleridir. Hayallerini Yeşilçam artistleriyle örtüştüren kadınlar, meyhane meyhane sürüklenen geçgin şarkıcılar, balerin eskileri, aldatılan eşler, kimsesizlikler içinde ölen zenne ruhlu erkekler, kavuşamamış sevgililer, kentte sıkışmış kurtarıcı bekleyen genç kızlar… J. kendini bulmak istiyordu. Tek bir kişiliğe bürünmesi gerekiyordu. Ruh bireyleşme sürecince arketipsel kalıplara bürünür. Böylece ruh değişir ve kendini geliştirir. Sonunda Neal Cassady’n şu sözlerini zihninden geçirdi: ” ‘Gitmeliyiz.’ dedi Neal ve ‘nereye’ diye sordum. ‘Bilmiyorum ama gitmeliyiz.’ dedi.” Çünkü j. gitmeden kendini bulamayacaktı.