Neye Dokunsan
eski bir New Orleans pansiyon odasında elbiselerini giyerdin,
sen ve depocu çocuk ruhun,
sonra küçük yeşil el arabanı iterek senin
farkında bile olmayan tezgahtar kızların önünden
geçerdin, minik ve dikdörtgen beyinleri ile daha
büyük şeylerin düşlerini kuran
kızların.
ya da Los Angeles, yedek parça fabrikasındaki
sevkiyat memurluğundan dönüp asansörle 312 numaraya
çıkar ve akşamın altısında yatağa uzanmış sarhoş
bulurdun kadını.
onları seçmeyi bilemedin hiçbir zaman, artıkları,
kaçıkları, alkolikleri, hapçıları buldun hep.
belki de bulabileceklerin onlardan ibaretti, onların da
bulabilecekleri senden.
barlara takılıp başka kaçıklar, alkolikler,
hapçılar buldun. topuklu ayakkabıların içindeki
bir çift zarif bilek aklını başından
almaya yeterdi.
yayların üstünde hoplayıp zıpladın onlarla
hayatın sırrını
keşfetmişcesine.
sonra tezgahtar Larry’nin koca göbeği ve minik
gözleri ile yanına geldiği gün vardı, sürekli
ıslık çalardı Larry.
ıslığı kesip sen devkiyat masasında çalışırken
başına dikilmişti.
sonra sallanmaya başlamıştı ileri geri, böyle bir
alışkanlığı da vardı, sen çalışırken başına
dikilip sallanır ve seni seyrederdi, şu şakacı
tiplerden biri, bilirsiniz,
ve gülmeye başlamıştı, sen akşamdan kalma ve
traşsızdın ve yırtık bir gömlek vardı üstünde.
‘ne var, Larry? ‘ diye sormuştun.
‘Hank, neye dokunsan boka dönüyor! ‘ demişti.
tartışacak birşey yoktu.
Charles Bukowski