“En az benim kadar yorgun bir geceden sesleniyorum kaybolmuş olan her bir parçama. Karmaşık hislerin etrafımı sardığı bu birkaç ayda değişen şeylere ayak uydurmak akıntıya karşı yüzmek kadar zordu. Savaşın en büyüğünü kendimle verirken sorumlulukları üstlenmek bir onur meselesi değildi. Çamur içinde ölmenin onurlu bir tarafı yoktu içinde bir parça aşk olmadıktan sonra. Günlerce oturduğum pencere kenarından kararsız bulutların gelmek isteyip başarısız oluşlarını izledim. Yine böyle bir günü yaptığım sert bir kahveyle tamamlarken denk geldiğim bir yabancı hayatımı tamamen değiştirmiş lakin bundan şehirlerin, yolların ve en önemlisi de onun haberi yoktu. Derin bir uyku halinde görülen, gerçekle birebir örtüşen rüyada bir an, bir insan nasıl olurda uyandığımız hayatımızda karşımıza çıkıyor ve bu bizi alt üst ediyor? Gecelerce hayalini kurduğum ve varlığından hiçbir haberimin olmadığı o yabancı karşımda duruyordu. Rüyaların ve gerçeklik diye kabul ettiğimiz bu düzlemde sınırlar grileşmiş içime çektiğim bu kahve kokusu onunla özdeşleşmişti. Bu hayatın birçok sırrı, çevrelerken değil zaten içine alıp izin vermişken bize, şuan bütün bu yaşananlar sisli bir akşam üstü yürüyüş yaptığım bir sahil kasabasını anımsatıyordu. Anlamlar arama arayışı bir mart gecesi soğuğa yenik düşmüş ve birkaç damla gözyaşı buz tutmuş lakin hisler etkisini göstermekte hiçbir zaman geri kalmamıştı. Yine de bütün bunlara savaş açan bir duruma getirmiş her şeyden habersiz bir yabancı. Chet Baker’ın ikinci baharında olduğu gibi acılar içinde verdiği savaşın meyvesi olan melodiler, benimde kanayarak geçirdiğim her gecenin ardından kayboluşum yavaş yavaş ortadan kalkıyor ve yerini kahve kokulu bir perşembe günü My Funny Valentine’a bırakıyordu. Sıcağı hissediyordum tenimde. Kahvem yerini bir kadeh Jameson’a bırakıyordu. Uzaktaki ağaçların dalgalanışı ve gecenin tam orta yerinde, bu benim için her zaman saatin iki sularında oluşudur, aklımda soğuk mart gecesinin bir imgeseli. Devam etmek yolda olmayı gerektirdiği gibi devam edenlerin bozkıra terk ettiği hisleri yaşamakta payıma düşendi. Tüm bunlardan ardından esen o rüzgar ve onu takip eden olaylar silsilesi beni bozkırın ardında soğuk ve sert bir şehrin kıyılarına bırakmıştı. Belki de yolumun burası olduğunun bariz işaretlerini barındırıyordu bütün her şey. Artık sisli bir yolun aslında bir engelden ziyade gidilmesi gereken bir yol olduğunu öğreniyordum. Kahve gözlerindeki ışıltı ve esen rüzgarın o sevdiğim saçlarını uçuşturmasını izlemek için çıkılabilecek olan o yol. Neden çıktın karşıma. Ve neden böyle hissettiriyor bütün her şey. Sarı her tonuyla bozkırda ve sende.