Tepeye çıktığımızda neden huzur duygusu ağır bir atmosfere dönüşür?
Bunca zaman insanoğlu, tarihte sürekli olarak göklere erişebilme arzusuyla inançlarını tetiklemişlerdir. Bilindiği gibi Neolotik Çağ’dan beri dağ kavramı insan yaşamında önemli bir yer tutmuş, dini bir kült haline gelmiş ve bu çok tanrılı dinlerden tek tanrılı dinlere kadar önemini kaybetmemiştir.
Tarihi ve kelime kökeninin dışında bir metafora dönüştürdüğümde; aslında fazla güç dolu, heybetli bir inatçı. Mitolojik olarak rastlantısal hiçbir yanlışı olmamış gibi. Arzuları karakteristik bir uysallığa sahip. Hiçbir tuzağa düşmeyecek kadar temkinli. Savaşırken fazlasıyla hırslı. En büyük besin kaynağı kendine olan inancı… Peki bu kimlikte aşk duygusu nasıl olurdu sizce? Benim hiçbir fikrim yok. Hırslarını doğru yere kanalize ettiğinden emin olabiliyorum ama.
Dağlarda, tepelerde ve bayırlarda; gökyüzüne bakarken Taurus’u hatırlayın. Kendimizle özdeşleşebildiğimiz her an bizim için rastlantısal olmayan bir gerçek.
“See the sky is so deep… I wanna come without a lie”