Gökyüzü ne kadar ağır bu aralar. Çelikten bulutlar sarmış kutsal maviliği. Martılar dökülüyor çeliğe çarparak, kanatlarına bulaşıyor mavi tonlar. Yürüyorum, adımlarımın yanına serilmiş mavi martılar. Tanrım, hava ne kadar ağır! Bir çocuğun çığlığı yankılanıyor köşede, ufak bir gökkuşağına takılmış bir plakta. Dalgaların sesini duyuyorum bir patikada, köpük köpük kıyıya vuruşları yankılanıyor yaşlı bir ağacın kabuğunda.
Ağacın altında yürüdükçe bir şeyler çarpıyor saçlarıma. Bakıyorum, iplerle ağaca bağlanmış şişeler var, öylece sarkıyorlar dallardan. İçlerindeyse kapsüller var ve kapsülleri dolduran hüzünler…
Artık ağaç dalları hüzün mü veriyor, hüzün mü tomurcuklanıyor mecidiyekoy eskort her bahar? Kaç kapsüllük yalnızlık var bu bahar?
İlerlemeye devam ediyor adımlarım. Fark ediyorum, adımlarım artık bağımsız benden. Onlar gidiyorlar, ben sürükleniyorum. Fark ediyorum ki kulaklarım bir melodi arayışında boşlukta. Hafif bir esinti var, rıhtıma sis çökmüş bu aralar. Yürüyorum, sis bulutu beyaz tonlar katıyor tenime. Ne kıyıyı görüyorum ne denizi ne ayaklarımı ne ellerimi… sise karışmış bedenim, yavaşça buharlaşıyor her hücrem. Form değişikliği oluyor tek gerçeklikleri. Söz geçiremiyorum hiçbirine. Özgürlük oluyor hissettikleri. Özgürlük kanser gibi yayılıyor her birine. Hücrelerim bağımsız benden. Hücrelerim diyorum, bana ait değil artık! Hepsi buhar oluyor ve ben havaya karışıyorum. Oysa bir hücre öylece kalıyor. Yalnız bir hücre havada asılı şimdi. Önceden sol yanıma yakın olan bu hücre, şimdi havaya karışan bedenimin merkezinde öylece asılı.
Havanın yoğunluğuna denk geliyor demek yoğunluğu. Meğer sol yanımın ağırlığı havaya denkmiş!