BEAT KUŞAĞI’NIN KÖKENLERİ
Beat Kuşağı’nın felsefi açıdan özünü varoluşçulukta bulmaktayız. Dostoyevski, Nietzsche, Kafka, Heidegger, Sartre, Camus gibi isimler düşünsel alanda bu fikirleri ilk işleyenler oldular. 20. yüzyılın dinmek bilmeyen bunalımları ve iki dünya savaşı, adı koyulamayan bir şeyin ortaya çıkmasına neden olmuştu. “Yabancılaşma”, “özgürleşme” ve “bulantı” gibi sözcüklerle tanımlanabilecek bu şey, Beat Kuşağı’nda sonsuz “yaşam coşkusu” olarak vücut bulacaktı.
BEAT KUŞAĞI NEDİR?
“Beat Kuşağı” genel olarak Jack Kerouac, Allen Ginsberg ve William Burroughs merkezinde olmak üzere edebiyatla ilgilenen ve Amerika’nın dört bir yanında geniş arkadaş grupları oluşturarak sınır deneyime çok farklı araçlarla yaklaşan topluluğu tanımlamak için kullanılır. Bu süreçte özellikle bir grup oluşturma amacının olmadığı ve burada oluşan karmaşık ilişkilerin yolda, kendiliğinden oluştuğu görülür. 1940’larda, New York’taki Columbia Üniversitesi’nde bir edebi toplulukta tanışan bir grup öğrenci, Büyük Bunalım sonrası demiryollarına kendini vuran hobolar gibi amaçsızca otostopla Amerika’yı dolaşmaya başladılar. Gittikleri her eyalette yeni insanlarla tanıştılar ve adı henüz konulmasa da sisteme, geleneğe ve alışıldık yaşam biçimlerine muhalif bir kitle oluşmaya başladı. New York City merkez olmak üzere, Denver ve San Francisco‘da toplandılar.
50’li yıllarda bu grubun edebi çalışmalarının ve yaşam tarzının gençlik üzerinde etkisi çok büyük olmuş ve 50’lerdeki bu kıvılcımdan görkemli 60’lar doğmuştur. Dolayısıyla bize “Beat Kuşağı”nı bir grup edebiyatla ilgilenen arkadaş olarak almak yerine 50’li yıllardan 60’ların sonuna dek uzanarak Woodstock’la zirve yapan ve her alanda sınır deneyime doğru ilerleyen, kültürel anlamda insanlık tarihinin “Altın Çağı” olan dönemi yaratan kuşağı almak daha doğru görünmektedir. 60’lı yıllarda yükselen underground kültürün arka planına baktığımızda hep Beat Kuşağı’nın izlerini görmekteyiz. Jim Morrison, Bob Dylan, John Lennon gibi isimlerin yaşam tarzlarında doğrudan bu anlayışı görmek mümkündür.
Beatler, Buda’yı ve meditasyonu Amerika’ya tanıttılar. Onlar, gençliği özgürleştirdiler ve insanları kurgulanmış yaşam biçimlerinin ötesine davet ettiler. 60’ların ikinci yarısında on binlerce gencin akın akın Hindistan’a doğru yola çıkması, Batı’nın mekanik yaşam formlarından topluca kaçış anlamına geliyordu ve başkaldırının doğrudan eyleme dönüşmüş biçimiydi. Bu dönemde Jim Morrison “Dünyayı istiyoruz, hemen şimdi istiyoruz” diyerek, arayışın ne denli büyük olduğunu göstermekte ve daha fazla beklenemeyeceğini ifade etmektedir.
EDEBİYAT
Beat Kuşağı’nın sanatta hiçbir akıma doğrudan bağlanmadığı görülebilir. Sanatsal üretim teknikleri olarak, popüler biçimleri kullanmazlar. Beat romanlarının ortaya çıkar çıkmaz büyük tepkiyle karşılanıp sansürlenmesi, uyandırdıkları dehşetten kaynaklanmıştır. Beat Kuşağı yazarlarının ve şairlerinin ilk eserleri, alışılmadık üsluplarından ve içeriklerinden ötürü sansürlendiler. 1950’li yıllarda bu nedenle onlarca dava açıldı, birçok eser ancak büyük oranda sansürlendikten sonra yayımlanabildi. 1960’lara girilirken Beat Hareketi, Amerika’da yer altı gençliğinin en büyük ilham kaynağı olmuş ve müzikten sinemaya, şiirden romana her alanda etkisini göstermeye başlamıştı. Dönemin en büyük müzik grubunun adının the Beatles olması da bu anlamda tesadüf değildir. 60’ların öne çıkan müzisyenleri Beat Kuşağı’ndan ciddi anlamda etkilendiler. The Doors, Bob Dylan, the Rolling Stones, the Beatles, Pink Floyd gibi gruplar yaptıkları deneysel çalışmalarla Beat Kuşağı’nın gelenek yıkıcı-muhalif karakterinin müzikteki temsilcileri oldular. Mülkiyetsizlik-aidiyetsizlik gibi değerleri merkezine koyan Hippiler doğrudan Beat Kuşağı’nın derin etkisi altındaydılar. Amerika ve Avrupa’daki 68 hareketleri de eylem pratiğinde Beat Kuşağı’nın tavrına yakın bir duruş sergilemektedir. 60’lı yılların iyimserliği, coşkusu ve deneyselliği yerini 80’lerde sanat da dahil olmak üzere her şeyin mekanikleştirilmeye çalışıldığı, gerici bir döneme bıraktı. Bu değişim, Beat Kuşağı’nın pratikte sonu olacaktı.
60’LI YILLAR
60’ların Londra’sı, underground kültürün başkentiydi, burada oluşturulan kültürün New York’taki Beat çılgınlığıyla birleşmesi dünyayı değiştirdi. Bu kuşaktaki arayışın merkezinde ilk insandan bu yana nesilden nesile aktarılan trajediler, öyküler, acılar, travmalar vardır. Yol insanlığın “kolektif bilinçaltı“dır. Londra’daki müziksel uyanışın Amerika üzerinden yayılarak dünyayı değiştirmesi, Beatlerin San Francisco, Denver, NYC’deki etkilerine benzer. Onlar siyasi partiler, kuramlar ve ideolojiler silinirken, yaşam coşkusunun ölmez bir ateş olarak kuşaklar boyunca yanacağını fark etmişlerdi.
60’lı yıllar, Beat Kuşağı’nın yazınsal ve düşünsel açıdan dolaylı yoldan büyük etkisi üzerinden okunabilir. Beat Kuşağı, dolaylı yoldan bu dönemin müziğini de etkilemiştir ki dönemin en önemli müzik grubu olan the Beatles‘ın isminin türetilmesi hoş bir tesadüf olmuştur(Belki tesadüf olmadığı da iddia edilebilir. Çünkü 60’lar yaşamın yeni ritminin(beat(ing.):vuruş-tempo) keşfiydi. Cinsellikte, edebiyatta ve müzikte…). Beat Kuşağı’nın bilimsel özü olan Wilhelm Reich ve felsefi özü olan Zen Budizmi the Beatles başta olmak üzere dönemin müzik grupları üzerinde büyük etkiye sahipti. Yaşam tarzı olarak the Beatles üyeleri bir açıdan Hippilere de yakındılar. “Hippilerin ve Beatniklerin kralı” olarak nitelenen isim ise Jack Kerouac’tır.
60’lı yılların ikinci yarısıyla birlikte, on binlerce Amerikalı ve Avrupalı genç Doğu’ya doğru yola çıktılar(Roger Waters da 17 yaşında bu yolculuğa çıkmıştır.). Nihai hedef mistisizmin merkezi olan Hindistan’dı. Bu çok uzun ve derin gizemlerle örülü rotada gerçekleştirilen yolculuk, Beatlerin 40’larda ve 50’lerde yaptıkları yolculukların bir anlamda kitlesel olarak yeni bir rota üzerinden yenilenmesiydi. Ortaya çıkan manzara sıra dışıydı. Arayışın peşinde mistisizme, Zen’e ve aydınlanmaya doğru akın akın giden yüz binlerce genç… Bu parkurun büyük kısmı otostop yolculuklarıyla ve ortak olarak ayarlanan minibüslerle ve arabalarla tamamlanacaktı.
BEAT KUŞAĞI ve YOL
Beat Kuşağı yazarları ve şairleri, alışıldık edebiyatçıların ötesinde bir kişiliğe sahiptiler. Onlar için edebiyat hareket halindeyken, yolda üretilen bir şeydi. İçlerinde bazıları(mesela Neal Cassady) ise bir şeyler yazmak yerine hayatlarını romanlara yaklaştırmayı tercih ettiler. Bir Beat gibi yaşayan Jim Morrison da 27’sine dek yapılabilecek her türlü çılgınlığı yaparak ölümü kucaklamayı seçmişti. Peki “Yol” neden Beat Kuşağı için böylesine kutsal bir anlam kazanmıştır? Bunun birkaç nedeni var. Yol, sonu gelmeyen arayışın simgesidir ve Beat Kuşağı’nın felsefi özü olan Zen, dinamik meditasyon yöntemleriyle bu anlamı bulma üzerine kuruludur. Oysa anlam bir hedef olamaz. Anlam arayışın kendisindedir. Bu coşku onları Kuzey Afrika’ya, Viyana’ya, İstanbul’a, Uzakdoğu’ya, Paris’e ve dünyanın en uç köşelerine dek götürdü.
FİLM ÖNERİLERİ
Doğrudan Beat Kuşağı’nı anlatan On the Road, Naked Lunch, Howl, Big Sur gibi filmlerin yanında o döneme dair çok sayıda kült film bulunmaktadır. Fear and Loathing in Las Vegas, Easy Rider, Ask the Dust, Midnight Cowboy, American Graffiti, Das Wilde Leben, After Hours, The Dreamers Beat Deneyimi’ni merkezine koyan filmler arasındadır.
KİTAP ÖNERİLERİ
Beat Kuşağı’nın felsefi, bilimsel ve edebi açıdan etkilerini anlamlandırabilmek için Kerouac, Burroughs ve Ginsberg’ün eserleri ile birlikte Wilhelm Reich’tan “Dinle Küçük Adam”, Nietzche’den “Böyle Buyurdu Zerdüşt”, Kafka’dan “Mavi Oktav Defterleri” ve kısa öyküler-notlar, Jack London’dan “Demiryolu Serserileri”, John Fante’den “Toza Sor”, Sartre’ın “Bulantı”sı ve Celine’den “Gecenin Sonuna Yolculuk” incelenebilir. Ülkemiz edebiyatından Kinyas ve Kayra, Tutunamayanlar, Tehlikeli Oyunlar ve Yeni Hayat’ta da bu etkileri görmek mümkündür.
Not: Wikipedia’daki “Beat Kuşağı” maddesini biz kaleme aldığımız için oradan da aktarımlara yer verilmiştir.Yazının bir bölümü At Kafası dergisinde yayımlanmıştır.
Ufuk S. Yüksel